Gezi Tarihleri;
04.05.2011 – 07.05.2011
06.06.2014 – 10.06.2014
Roma – Floransa;
Bu yazıyı kaleme almadan önce İtalya’nın başkenti Roma’yı iki kez görme şansım oldu. Bunların ilkin de aile dostumuz olan Öznur ve Zafer ile 3 gece 4 günlük sadece Roma şehir merkezini gezdiğimiz bir seyahat, ikincisin de ise Annem, Babam, Oğlum Batuhan ve eşim Nurşen ile 5 kişilik 4 gece 5 günlük iki şehri kapsayan (Roma ve Floransa) bir seyahat gerçekleştirdik.
Bu yazının okuyucu için pratik ve daha yararlı olabilmesi amacıyla ben bu iki seyahati derleyerek tek bir yazı kaleme alacağım.
(Roma denildiğinde akla gelen ilk şey, Kolezyum yıkılırsa Roma’da yıkılır denilmiş, binlerce yıldır ayakta)
Roma dünyada en çok turist çeken kentlerin başında geliyor, bu kente insanların böylesine büyük ilgi gösteriyor olmalarının iki sebebi bulunuyor, birincisi tarihi önemi, ikincisi ise Katolik dünyasının merkezi olan Vatikan’ın bu şehrin içerisinde yer alıyor olması. Julius Cesar, “Geldim, gördüm, yendim” demiş, sondaki yendi mi, “yedim” olarak değiştirin, gidin, görün, yiyin, için dönün.
Vatikan aslında kendi postahanesi, bayrağı, askeri, devlet başkanı olan bağımsız bir ülke.
Şehrin her yerinden gerçekten tarih fışkırıyor, tarihi çeşmeler, müzeler, yapılar ve meydanlar binlerce turist ile dolu, yüzlerce yılda oluşan bu tarihi doku hiç bozulmadan günümüze ulaşmış, bu sebeple Roma gördüğü bu büyük ilgiyi fazlasıyla hak ediyor.
Kenti bir parça anlamak, doya-doya dolaşmak için en az 3 güne ihtiyacınız var.
Hırsızlık, dolandırıcılık çok yaygın, dikkatli olmak gerekiyor, bu iki seyahatte biz bir şeyimizi çaldırmadıysak da, gözümüzün önünde gerçekleşen hırsızlık olaylarına rastladık.
Şehirde iki hava limanı var THY, Fiumicino Hava limanı’na iniyor, bu hava limanına (Leonardo Da Vinci Hava limanı da deniliyor) oldukça modern ve büyük bir hava limanı, kent merkezine taksi ile 30-40 dakikalık mesafede, terminal içerisinden çıktıktan sonra otobüs, tren ile şehir merkezine gitmek mümkün, tren tercih ettiğinizde 13 euro karşılığında Termini tren istasyonuna gidebiliyorsunuz, otobüsler çıkış kapısının 200 metre sağından kalkıyor ve kişi başı 4.50 euro ya yine Termini tren istasyonuna kadar götürüyorlar, Termini şehrin kalbi konumunda, uluslar arası ve şehirler arası tren seferleri buradan hareket ediyor, günün her saatinde kalabalık, Roma şehir merkezinin altında yüzlerce yıllık tarih bulunduğundan metro yeterli değil, şehirde sadece iki hat bulunuyor ve bu iki hattın birleşme istasyonu yine Termini tren garının altı, burası aynı zamanda bir avm, İstasyon içerisinde yeme-içme hizmeti veren işletmeler ve küçük bir de market bulunuyor. İstasyonun önü ise şehrin her yanına gidebileceğiniz belediye otobüslerinin kalkış noktası konumunda, özetle Termini ye yürüyüş mesafesinde bir otel seçerseniz Roma’da ulaşım açısından çok rahat edersiniz.
Hava limanından taksi ile şehre ulaşmak istediğinizde şehir merkezinin her yanı için standart bir fiyat uygulanıyor (40 Euro), Annem ve Babamla yaptığım seyahatte beş kişi olduğumuzdan tek bir taksi ile otele seyahat yapma imkanımız bulunmadığından, hava limanının önünde ne yapsak ki diye düşünüyorduk. Bu arada bitirim bir taksici bizi aracına buyur etti, beş kişi olduğumuzu söylediğimde sorun yok araç büyük diye cevap verdi, aracın yanına gittiğimizde Mersedes Vito olduğunu gördük, bitirim İtalyan arkadaşa iki kez ücretin ne kadar olduğunu sorduk, ikisinde de “No Problem” cevabı verdi, bende kendi kendime standart ücret 40 euro olduğuna göre 50 bilemedin en fazla 60 euro ister herhalde dedim ve yola koyulduk, bizim bitirim şoför araç müsait olduğundan kız arkadaşımı da alabilir miyim diye sordu, biz de ona “No Problem” dedik, yarı yola geldiğimizde tekrar ücretin ne kadar olduğunu sorduğumda bir fişe (bizdeki Perakende Satış Fişlerine benziyor) 180 euro yazarak imzalamamızı istedi ve kavga başladı, bizi Polis çağırmakla tehdit etti, restini görünce, yolda bırakırım diye son kozunu oynadı, tamam dur ineceğiz dediğimizde yolun kenarına park ederek araçtan bizi indirdi, neredeyse yumruklaşmaya varan tartışma Annemin valizinin sapının kopması ve bizim 40 euro vermemizle sonuçlandı.
Taksiden iner inmez (bu arada şehrin içine gelmiştik) yakında bir tramvay durağının bulunduğu dikkatimi çekti. Yolun karşısında bulunan Tobacco Shop’tan 5 adet bilet alarak “Termini” yazan tramvaya bindik iki durak, yaklaşık 3-5 dakika sonra Termini’ye vardık, aslında bizim ahlaksız taksici bizi neredeyse otele getirmişti, otelimiz Termini’ye birkaç dakikalık yürüyüş mesafesindeydi. Tüm bunları tatilinizin başında böyle tatsız bir olay yaşamayın aman dikkatli olun diye anlattım.
Roma’da ulaşım için size Roma Pass almanızı tavsiye ederim, bu kart bir şehir haritası ile birlikte satılıyor fiyatı 50 euro, Roma Pass sayesinde iki müzeye ücretsiz girebiliyor ve toplu taşım araçlarını üç gün boyunca sınırsız kullanabiliyorsunuz, Örneğin; Kolezyum ve karşısında bulunan antik Roma kalıntılarına ve Borghese müzesine Roma Pass kullanarak girebilirsiniz. (Borghese müzesine yoğun ziyaretçi sayısı nedeniyle her gidildiğinde bilet bulunamayabiliyor, biz ilk seyahatimizde sabah açılır açılmaz bu müzeye gittik, müzenin içerisindeki bilet ofisinden Roma Pass’lerimizi göstererek giriş biletlerimizi aldık, ikincisinde ise işimi şansa bırakmayıp Borghese Müzesi için internet üzerinden randevulu bilet satın aldım, karar sizin.)
Piazza Navona
Piazza Navona; Çevresi tarihi binalar ile çevrili bir meydan, bu meydanın içerisinde üç adet çeşme bulunuyor, bu çeşmeler içerisinde (yoksa yuvarlak havuzlar mı demeli) son derece süslü heykeller var, Meydan eski bir stadyum üzerine inşa edildiğinden dikdörtgen ve oval bir yapıda. Bu çeşmelerden ilki Dört Nehir çeşmesi, bir dikilitaşın kenarında heykeller bulunuyor, bu çeşme dört kıta da bulunan dört nehri temsil ediyor. Çeşme 1647-51 yılları arasında Benini tarafından yapılmış, ikinci çeşme “Neptün Çeşmesi”, üçüncü çeşme ise “Moor” çeşmesi. (Burası benim Roma’da en sevdiğim meydan oldu)
(Piazza Navona’da meydanında bulunan “Dört nehir çeşmesi)
Navona Meydanı; Roma’nın en önemli turistik mekanlarından biri, meydan içerisinde sanatçılar canlı müzik yapıyor, ressamlar eserlerini sunuyor satıyor ve çiziyor, meydan çevresinde bulunan restaurantlar biraz fazla turistik hem lezzet hem de fiyat açısından uzak durmanızı tavsiye ederim. Restaurant demişken Piazza Navano meydanının (nehri karşınıza aldığınızda) sağda en köşede bulunan sokağında Roma’nın en ünlü pizzacısı bulunuyor, bu “Pizzeria” günün her saati kalabalık, mekana yaklaştığınızda önünde sıranın gelmesini bekleyen müşteri kuyruğunun uzunluğu dikkatinizi çekecektir, Roma’daki ilk gününüzde burayı bir deneyin derim, ikinci-üçüncü kez gitmek isteyebilirsiniz. Mekanın sahibi Baffetto amca konuklarıyla bizzat ilgileniyor, taş fırında pişen pizzaların lezzeti mükemmel, fiyatlar makul, örneğin bir pizza, bir kadeh şarap veya bira ve bir tatlı için 25 euro civarında bir hesap geliyor. (Bu Roma için oldukça normal bir rakam) Biz adı Baffetto olan (kendi spesiyal) pizzalarını denedik, enginarlı, peynirli ve yumurtalı bir pizza, son derece lezzetli (domuz tercih etmeyenler için de uygun, çünkü içerisinde et bulunmuyor). Restaurantın tam adı şöyle: Pizzeria da Baffetto, 12.00-15.30 / 18.30-01.00 saatleri arasında hizmet veriyor, Via del Governo Vecchio 114, 00186 adresinde hizmet veriyor.
SANT’ANGELO KALESİ;
Kale “Castel Sant’Angelo adıyla biliniyor, Piazza Navano meydanından nehir tarafına doğru yürüdüğünüzde hemen karşınıza çıkıyor, bazı Papalar bu kale içerisinde yaşamışlar, saldırılara karşı kaleden Vatikan’a geçiş bulunmaktaymış, kale Tiber nehri kıyısında bulunuyor, kalenin önünde nehir üzerinde Hadrian Köprüsü üzerindeki heykeller ile (özellikle geceleri ışıklandırıldığında) ziyaretçilerini büyüleyecek bir güzelliğe sahip, bu köprü Roma’da ki en güzel köprülerden biri sayılıyor. Osmanlıya karşı gerektiğinde kullanabilmek için, Cem Sultan bu kale içerisinde uzun yıllar tutsak edilmiş.
VİLLA BORGHESE;
Burası Roma şehir merkezi içerisinde yüzlerce dönümlük harika bir park, her tarafını gezmek neredeyse imkansız, bu parkı önemli yapan ise içerisinde bulunan “Borghese Galerisi” herhangi bir sanat eğitimi almadım, sanatın önemsendiği bir çevrede büyümedim, ama Borghese Müzesi’ni elimden geldiğince size anlatmaya çalışacağım.
Müzeye Termini’den kalkan 217 ve 116 no’lu otobüsler ile gidilebiliyor. Önerim müzeyi açılış saati olan 09.00’da ziyaret etmeniz, bu ziyaretin ardından öğle yemeği için ucuz ama mükemmel bir tavsiyem olacak.
Bu müze, İtalya’nın en önemli küçük müzesi seçilmiş, yoğun ilgi nedeniyle rezervasyonsuz gittiğinizde kapıdan dönme olasılığınız büyük, bu nedenle internet üzerinden bilet alarak gitmenizi tavsiye ediyorum, biletler (13 euro) iki saatlik dilimler için geçerli, küçük iki katlı bir müze olmasına rağmen eserlerin özellikle heykellerin önünden ayrılamıyorsunuz.
Borghese müzesi 1902 yılına kadar ailenin malı imiş, bu tarihten sonra İtalyan Hükümeti tarafından aileden alınmış.
Müze içerisine çanta ve fotoğraf makinesi sokmak yasak, bu tür eşyalarınızı girişte bulunan bankoya ücretsiz olarak teslim edebiliyorsunuz.
Bernini’nin “Apollo” ve “Daphne” heykeli burada sergileniyor. Daphne’nin saçlarından ve ellerinden başlayarak ağaca dönüşmesi konu edilmiş. Apollo, dünya güzeli su perisi Daphne’ye göz koyuyor, Daphne onu istemiyor, Apollo kovalıyor, Daphne nehir tanrısı olan babasına yalvarıp, “Ya güzelliğimi yok et, ya da hayatımı mahveden bu bedeni değiştir” diyor, babası da onu ağaca dönüştürüyor.
Hades’in Persephone’yi kaçırışını anlatan heykel ise bence bir başyapıt, Hades’in Persephone’nin baldırına gömülü parmaklarının, kızın tek bir damla gözyaşının, ikisinin ayaklarının çevresindeki köpeklerin resmedildiği heykelin inandırıcılığı ve kusursuzluğu karşısında yok artık diyeceksiniz. Bu müzeye iki Roma seyahatimde de gittim, müze eğer yaşadığım şehir de olsa, Hades ve Persephone heykelinin önünde uzun saatler geçirmek isterdim.
https://t24.com.tr/yazarlar/mehmet-y-yilmaz-hafta-sonu/persefone-sevgilisine-donmeye-hazir,28449 (bu heykel ile ilgili güzel bir makale meraklısına önerilir.)
Müzedeki en ünlü eserlerden birisi de Madame Borghese heykeli, Camillo Borghese heykeltraş Antonio Canova’dan karısının bir heykelini yapmasını istemiş.
Heykeltraş Canova, Madame Borghese’in yarı çıplak, bir pamuk şilte üzerinde uzanır vaziyette bir heykelini yapmış. Heykel bittikten sonra; Camillo Borghese (karımı kimse görmesin) diye, heykeli uzun yıllar bir odada saklamış. Kadının, üzerine oturduğu şiltenin, kadının ağırlığı ile oluşan kıvrımları, o şiltenin üzerine serilen dantel örtünün işlemeleri, Madame Borghese’in bacaklarının üzerindeki ince pikenin, elinde tuttuğu elmanın inandırıcılığı karşısında büyüleniyorsunuz.
Müze içerisinde çok değerli resimlerde bulunuyor, bu müzede bulunan eserlerin bir kısmı günümüzde Paris’teki Louvre Müzesinde sergileniyormuş. Bu küçük galeride iki saatinizin nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz. Ben; Bu harika galeriden, uluslararası üne sahip Vatikan Müzesinden daha çok etkilendim. Müzeden çıktıktan sonra ağaçların gölgesinde dümdüz uzun bir yürüyüş yapın, parkın sonuna geldikten sonra ışıklardan karşıya geçin, biraz ileride sağda metro istasyonu girişini göreceksiniz, metro istasyonunun içine girdikten sonra yürüyen merdivenler, bantlar ve tünelin ardından “Spagna” meydanına ulaşıyorsunuz.
PİAZZA SPAGNA;
İspanya meydanı (veya İspanyol Merdivenleri) adını burada bulunan İspanyol Büyükelçiliğinden alıyor, kavisli olarak inşa edilen merdivenler yaz aylarında çiçekler ile gösterişli bir görünüme sahip oluyor, insan merdivenlere gelip oturan dondurma yiyen, bir şeyler içen yüzlerce turist karşısında şaşkınlığını gizleyemiyor.
(İspanyol Merdivenleri, Dünyanın hiç bir yerinde iki mahalleyi birbirine bağlamak için inşa edilen bir merdiven bu denli ilgi görmüyordur herhalde).
İspanyol Merdivenleri’ne oturduğunuzda, hemen karşınızda “Via Condotti” bulunuyor, bu cadde üzerinde dünyanın en ünlü markalarının mağazaları bulunuyor.
Spagna Meydanı’nda 1723-1725 yıllarında Bernini’nin oğlu Gian Lorenzo Bernini tarafından yapılmış bir çeşme bulunuyor. (Fontana della Barcaccia) Eski Gemi Çeşmesi.
İspanyol merdivenlerine sırtınızı çevirdiğinizde sağdan ikinci sokakta 100-150 metre ileride (bu sokağın adı “Via della Croce” 8 numarada “Pastificio” adlı bir makarnacı bulunuyor. Roma seyahatimden önce internetten “Roma’nın en güzel makarnası” diye bir arama yaptım, bu mekana rastladım, Pastificio çok uzun yıllardır aynı aile tarafından işletilen bir makarnacı, öğlen 13.00-14.00 arası bir saatlik zaman diliminde iki çeşit makarna çıkarıyorlar, ister o küçük mekanda ayak üstü yiyorsunuz, ister plastik kaba koyup alıp gidiyorsunuz, o gün için artık şansınıza hangi çeşit çıkarsa, fiyat 4.5 euro, su veya bir bardak şarapta fiyata dahil, turistlerin yoğun ilgi gösterdiği, ama turist olmayan, şehirdeki yerli halkında uğradığı bir mekan, kesinlikle tavsiye ederim, annem öylesine beğendi ki son gün bir kez daha uğradık. Satın alıp Türkiye’ye getirmek isterseniz, paketler içerisinde değişik makarnalar da satılıyor.
Roma’da ki bir tam gün için önerim şu; Sabah Borghese Müzesi, öğleden sonra İspanyol merdivenleri, öğle yemeği için Pastificio, ardından da tabelaları takip ederek Trevi Çeşmesi.
FONTANA Dİ TREVİ;
Bizim Aşk Çeşmesi, İtalyanların Trevi Çeşmesi dedikleri eser, dünyanın en ünlü çeşmelerinden biri, tam adı Fontana Di Trevi, Fontana İtalyanca da çeşme demekmiş.
(Binlerce turisti gördüğünüzde şaşkınlığa uğruyorsunuz, ama kısa sürede bu duruma alışıyorsunuz, Roma da turistik mekanların tamamında aynı durum söz konusu.)
Üç dar sokağın birleştiği küçük bir meydanda, bir binanın cephesine Klasik ve Barok tarzda inşa edilmiş, İtalya’da ki her turistik alanda olduğu gibi, buranın çevresinde de, binlerce turist ve bol sayıda hırsız bulunuyor. Hem gündüz hem de gece (ışıklandırma nedeniyle) oldukça gösterişli bir çeşme, hani delinin biri kuyuya bir taş atmış, on akıllı çıkaramamış hesabı, bu çeşmeye sağ elinizle, sol omzunuzun üzerinden, sırtınız dönük vaziyette para attığınızda Roma’ya bir kez daha gelirmişsiniz, bizde gelenek üzerine ilkinde yaptık ve ikinci kez Roma’ya geldik, yine yaptık bakalım üçüncü kısmet olacak mı.
(Trevi Çeşmesi; Tarihi mekanları gece ışıklandırılmış hali ile de görmenizi tavsiye ederim, çünkü bir başka güzel görünüyor.)
Çeşmenin havuzundan her gün bir kaç bin euro toplanıyor ve fakirlere dağıtılıyormuş, ama ben oradayken, uyanık bir İtalyan, uzun bir çubuğun ucuna bağladığı mıknatıs ile paraları topluyordu, (kesin fakirlere veriyordur) !
PANTEON;
Panteon eski bir Pagan tapınağı, tüm tanrıların tapınağı olarak da biliniyor, M.Ö. 27 yılında yapımına başlanmış, tavanındaki 9 metrelik açıklıktan giren güneş ışınlarının sayesinde aydınlanan bu yapının içerisinde önemli kişilerin mezarlarıda bulunuyor.
Tapınağın kubbesinin çapı 43 metre, özel bir kireç taşıyla yapılmış kubbenin duvarlarının kalınlığı 6 metreymiş, halen dünyanın en önemli tarihi yapılarından birisi olarak kabul edilmekteymiş, o günün teknolojisi ile nasıl inşa edildiği sorusuna ise, günümüzde bile cevap verilemiyormuş.
Bu tapınağın çevresindeki cafeler de canlı müzik yapan sanatçıları dinleyip, bir şeyler içip, biraz soluklanın derim.
POPOLO MEYDANI;
Linea A metro hattı ile bu meydana gidebilirsiniz, burası özel günlerde konser ve etkinliklerin de düzenlendiği oldukça geniş Oval bir meydan, bu meydana çıkan sokaklardan birisi Venezia Meydanı’na, bir diğeri Spagna Meydanı’na ulaşmanızı sağlıyor. Dik merdivenlerden yukarıda bulunan parka tırmandığınızda (Burası Villa Borghese’in bir ucu) harika bir Roma manzarası ile karşılaşıyorsunuz, meydan da iki adet havuz ve anıt bulunuyor.
(Ardımızda Popolo Meydanı ve şehrin tamamından görülen San Pietro bazikilası)
SAN PİETRO VE VATİKAN MÜZESİ;
San Pietro Meydanı’na Termini’den metro ile veya otobüs ile ulaşmak mümkün. Burası dünyanın en önemli meydanlarından bir tanesi, oval olarak tasarlanan meydan 284 adet sütun ile çevrili, Benini tarafından tasarlanmış ve yapılmış, Papa her Çarşamba bu meydanda vaaz veriyor ve binlerce insanı kutsuyormuş, meydanda kilise önünde bu vaazı dinlemek için binlerce plastik sandalye bulunuyor, San Pietro’ya giriş ücretsiz, açık kıyafetler ve şort ile kabul edilmiyorsunuz.
(San Pietro Meydanı)
San Pietro’nun kubbesi Michelangelo tarafından yapılan freskler ile ünlü olsa da, turistlerin en çok ilgi gösterdiği eser, sanatçının Pieata “Merhamet” adlı eseri, bu heykelde Meryem, Hz. İsa’yı kuçağına almış, kumaşın kıvrımları, inandırıcılığı karşısında etkilenmemek elde değil, önceki yıllarda manyağın biri elindeki çekiçle heykele saldırmak istemiş, bu yüzden günümüzde cam bir bölmenin ardında sergileniyor, Michelangelo Merhamet adlı eserini henüz 25 yaşındayken yapmış, kilisenin içi oldukça büyük ve binlerce insan aynı anda gezebiliyor, oldukça zahmetli bir iş olsa da San Pietro bazilikasının üzerindeki seyir terasına çıkılabiliyor (ücret 6 euro), biz çok uzun bir kuyruk olması nedeniyle bir süre bekleyip vazgeçtik.
Vatikan Müzesi, San Pietro’nun yakınında bulunuyor, müzeye giriş için uzun kuyruklar oluşuyor, bu nedenle İnternet üzerinde randevulu bilet alarak gitmek en iyisi, bu bilet ile binlerce insanın önünden, öncelikli olarak giriş yapılabiliyor.
Müzenin özellikle üç boyutlu altın kaplama tavan süslemeleri uzun uzun incelemeyi hak ediyor, müze içerisinde binlerce eser bulunuyor, bunlardan birisi de Roma İmparatoru Augustus’a ait.
(Üst Paragrafta bahsettiğim Vatikan Müzesi’nin varak altın tavan süslemeleri)
Augustus (Sezar tarafından 19 yaşında öldürülmüş) ölümünden bir kaç dakika önce başucunda bekleyenlere, “rolümü iyi oynadım mı” diye soruyor, bunun üzerine çevresindekiler olağanüstü övgülerde bulunuyorlar, Augustus “öyleyse alkışlayın da gideyim” diyor, ben bunu bir yerde okuduğumda, Vatikan’a gittiğimde bu şahsiyetin heykelini özellikle göreyim demiştim, gittim, gördüm, alkışlamadım ama, göz kırptım.
Madem konu Roma’da yaşayan, kendini beğenmiş cesur erkeklerden açıldı, daha önce okuduğum (bu kez) Romalı kadınların cesaretini anlatan bir şeyi de paylaşayım. Kadın erkek eşitliğini sağlayayım 🙂
Patos Romalı bir komutanmış, emrindeki askerleri kullanarak yönetimi ele geçirmeye, darbe yapmaya kalkışmış, başarısız olup tutuklanıp yargılanmış ve ölüm ile cezalandırılmış, Romalı asillere tanınan ayrıcalıktan ötürü bir odaya kapatılıp yanına bir bıçak bırakılmış, aradan geçen 10-15 dakikalık süre içerisinde Patos bir türlü bıçağı eline alıp intihar etmeyi becerememiş, kapının önünde bekleyen ve kocasının gerçekleştiremediği intihardan ötürü utanca kapılan karısı, kapıyı açıp masanın üzerindeki bıçağı alıp kendisine saplamış ve kocası Patos’a dönüp “Patos bak hiç acımıyor” demiş. Gerçek mi masal mı bilmem, ama güzel etkilendiğim bir öykü, bu şehrin sadece komutanları ve imparatorları değil, kadınları da asil!
Konudan oldukça uzaklaştık, tekrar Vatikan Müzesi’ne dönecek olursak, müze içerisindeki galerileri ve eserleri gezmek, incelemek çok uzun zamanınızı alacak, müzenin içine ne kadar zaman ayırırsınız bilmem ama “Sistina Şapeli”ne tavanındaki freskleri tek tek incelemek için biraz zaman ayırın derim. Şapelin tavanında, Botticelli, Perigino, Ghirlandaio, Signorelli gibi 15.yy İtalyan ressamlarının freskleri bulunuyor, tavandaki fresklerin bu kadar ünlü hale getiren ise Michelangelo’nun Adem’in Yaratılışı ve Kıyamet Günü adlı eserlerinin de Sistina Şapeli’nin tavanını süslüyor olması, bu Şapelin bir diğer özelliği de, Papa öldüğünde yeni Papa’nın seçimi için dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen Kardinallerin yeni Papa seçimi sona erene kadar bu salonu terk edemiyor olmaları, Papa seçiminin ardından, Vatikan’ın bacasından beyaz bir duman tütüyor ve Katolik dünyasına yeni Papa’nın seçildiği haberi veriliyor.
KOLEZYUM;
Colosseum, Roma’nın en bilinen ve en önemli eseri sayılıyor. Tarih boyunca Kolezyum yıkılırsa, Roma’da yıkılır tezi mi etkili olup, 2000 yıl boyunca ayakta kalmış bilmiyorum, yapı büyük hasar görerek günümüze gelmiş olsa da, hala tüm görkemiyle ayakta, Kolezyumun hemen yanı başında Konstantin Takı, onun ardında antik Roma kalıntıları “Roma Forumu” (tek bir biletle, hem Kolezyumu hem de Roma Forumu’nu gezebiliyorsunuz), Roma Forumu’nun ardında da Venezia Meydanı bulunuyor.
VENEZİA MEYDANI;
Venedik Meyda’nın da, I.Dünya Savaşın’dan sonra, İtalya’nın birlikteliğini simgelemesi amacıyla yapılan son derece gösterişli bir anıt bulunuyor, Tanrıca ve At Heykelleri ile beyaz mermerden yapılmış “Vittorio Emanuelle” anıtının, arka tarafında bulunan asansör ile bu gösterişli yapıtın üzerine çıkarak Roma’yı yüksekten seyretme imkanı bulunuyor, çıkış paralı bilet (6 euro) asansörün olduğu bölüm de Kolezyum’u gören hoş bir cafe de mevcut. Venezia Meydanı’nın önünde durup, sağdan devam ettiğinizde 500 metrelik bir rampa ile Capitoline’ye çıkılıyor.
(Babam ve Oğlum) Film adı gibi oldu, Çağan Irmak’a sevgiler-saygılar olsun.
CAPİTOL TEPESİ;
Capitoline Roma’nın ünlü yedi tepesinden en yüksek olanı. Meydanda birbirine simetrik üç bina bulunuyor, binalar günümüzde müze olarak hizmet veriyorlar, bu alan Roma’nın her yanında imzası bulunan Michelangelo tarafından tasarlanmış. Eğer Roma Pass aldıysanız, bir müze giriş hakkınızı burası için harcayabilirsiniz.
(Annem ile birlikte Capitolone Meydanı önünde)
TRASTEVERE;
Roma’nın en eski mahallelerinden birisi olan semt son derece keyifli bir yer, ara sokaklarda onlarca restaurant ve cafe bulunuyor, Trastevere’ye Termini’den otobüs ile, veya Venezia Meydanının karşısında sol taraftan hareket eden tramvay ile gidebilirsiniz, bir öğleden sonranızı ayırmaya ve bir kaç saat geçirmeye değeceğini düşünüyorum.
(Semt pazarında Makarna satılan bir tezgah)
VALİZİNİZİ – PARANIZI ÇALDIRMAYIN;
Buna ayrı bir paragraf açalım, Roma da hırsızlık ve dolandırıcılık son derece yaygın, magazalardan tişört, büfeden bira çalanlara rastladık ama bizi asıl şaşırtan, termini tren istasyonundan, havalimanına transfer yapmak için (Havaş benzeri) otobüs beklerken, yaşadığımız olay oldu.
Otobüs durağa yanaştıktan sonra, bekleyenler valizlerini kendileri bagaja koyarak otobüse binmeye başladılar, bu sırada son derece şık giyinmiş orta yaşta bir hırsız, biz otobüsün içerisindeyken valizlerden birisini alarak uzaklaşmaya başladı, Nurşen bana dönerek bence bu adam kendi valizini değil başka birinin valizini aldı dedi, bende nerden anladın, adamda hırsız kılığı yok, mahallenin muhtarı sen misin gibi cevaplar verdim. Havalimanına vardığımızda herkes valizini aldıktan sonra, uzakdoğulu iki genç birden panik oldular, o an otobüs şoförü ile hırsızın çete olduğunu anladık, çocuklara durumu anlatacak İngilizceye sahip olmadığımızdan ve uçağımız bir buçuk saat sonra kalkacağından tüh demenin dışında bir şey yapamadık, bagajda eski bir valiz kalmıştı ve şoför çocuklara yolculardan birinin yanlışlıkla başka bir valiz aldığını söyledi, nedense unutulan paçavra valizin içerisinde hiç bir şey yoktu, biz check-in için sıra beklerken, uzakdoğulu gençlerin koşarak insanların valizlerini kontrol ettiklerine rastladık, çocukların valizi şehir merkezinde çoktan boşaltılmıştı. Özet; Gözünüzü açın!!
Roma’da Ne Yapılır;
- Dünyanın en eski yapılarından Colosseum’u gezin.
- Venezia Meydanı’nı ve bu meydanı süsleyen anıtı mutlaka görün.
- Capitol Tepesi’ne tırmanarak Kolezyuma bir de buradan bakın.
- Trevi Çeşmesi’ne para atmayı unutmayın!
- İspanyol Merdivenlerinde gelenek üzere dondurma yiyin.
- Roma’nın en meşhur makarnacısı sayılan Pastificio’ya uğrayın, artık o gün şansınıza hangi çeşit makarna çıktıysa, afiyetle yiyin.
- Panteon içerisinde bulunan tahta oturaklara oturarak bu tarihi yapıyı inceleyin.
- Popolo Meydanında bulunan merdivenlerden Villa Borghese parkına tırmanın, buradan Roma’yı seyretmenin tadını çıkarın.
- Vatikan Müzesini gezin, Katolik dünyasının önemli mekanı Sistina Şapeli’ni ve tavanında bulunan freskleri inceleyin.
- Bir öğleden sonra Termini’den bineceğiniz otobüs ile Trastevere’ye gidin, sokaklarında yürüyüp, restaurantlarında İtalyan lezzetleri ile birlikte açık sofra şarabı sipariş edin. (korkmayın sundukları şaraplar oldukça kaliteli ve ucuz).
- Piazza Navona meydanına gidin, canlı müzik yapan sanatçıları dinlerken, ressamları seyredin, meydanı süsleyen çeşmelerin önünde harika fotoğraflar çektirin ve buraya yakın mesafede bulunan Pizzeria Baffetto adlı restauranta uğrayın burası Roma’nın en meşhur restaurantlarından birisi, lezzetli pizzalarını yediğinizde övgünün boşa olmadığını anlayacaksınız.
- Venezia Meydanına birkaç yüz metre mesafede yer alan Campa de Fiori (çiçek alanı) meydanını ve meydanın ortasında dimdik duran Giardino Bruno heykelini ziyaret edin. Kendisine ölüm kararını bildiren yargıca “Ölümümü bildirirken siz benden daha çok korkuyorsunuz” diyen, tehdit edilen sekiz yıl hapiste işkence gören, inandıklarından vazgeçmesi karşılığında affedileceği söylenen, ama inandıklarından vazgeçmeyen “dimdik” duran Giardino Bruno bu ziyareti hak ediyor. Meydanı çevreleyen çiçek dükkanları da bu ziyaretinizin ödülü olacak. (Bizim gittiğimiz gün maalesef meydana semt pazarı kurulmuştu.)
İkinci Roma seyahatimizde, bir önceki ziyaretin tecrübesi ile üç günde şehrin görülmesi gereken her yanını gezdik ve dördüncü gün Termini tren istasyonundan kalkan trenimiz ile Floransa’ya gittik, Floransa-Roma arası hızlı tren ile 2 saat sürüyor biletinizi trenitalia sitesinden alabilirsiniz, İtalya’da trenler son derece konforlu Roma’da ekstra bir gününüz varsa, Floransa kesinlikle görülmeli, aldığınız tren biletinin değişikliği ve iade şansı bulunmadığından son derece dikkat etmenizi tavsiye ederim.
FLORANSA;
İnternet üzerinden daha önce aldığımız tren biletleri ile (bir kişi gidiş-dönüş 45 euro) Roma Termini istasyonundan trenimize bindik iki saat on dakika sonra Floransa ana tren istasyonu olan “Santa Maria Novella”daydık.
Floransa Arno nehri kıyısına Medici (bu ailenin adına şehrin her yerinde rastlayacaksınız) ailesi tarafından kurulmuş bir kent, sanatın merkezi, Rönesans’ın doğduğu şehir olarak da biliniyor. Leonardo da Vinci, Michelangelo, Dante gibi sanatçılar bu kentte yaşamışlar.
Şehri yürüyerek gezmek mümkün, zira şehir merkezinin nüfusu 500 bin civarındaymış, küçük, yeşil, tarihi, ağzına kadar turist dolu kentin meydanlarını, ara sokaklarını, saraylarını ve müzelerini gören herkes gibi sizde büyüleneceksiniz.
Eğer şehre tren ile vardıysanız, tren istasyonundan indikten sonra, şehir merkezine doğru yürümeye başlayın, 15 dakika sonra Duomo meydanına varacaksınız, (önce düz, sonra sola) bu meydanda yüksek kubbesi ve ihtişamıyla Floransa Katedrali (Duomo), Vaftizhane (Aziz Giovanni) ve Çan Kulesi sizi karşılayacak, adından da anlaşılacağı gibi burası şehrin en büyük ve en kalabalık meydanı, katedrale giriş ücretli, yoğun ilgi nedeniyle uzun kuyruklar oluşuyor, katedralin hemen yanı başında Vaftizhane’nin altın kapılarını incelemeyi unutmayın, bu kapılardan birinde Hz.Yusuf diğerinde ise Hz. İsa’nın hayatı tasvir ediliyor ve kapılar “Cennetin Kapısı” adıyla biliniyor.
Kent merkezi içinde tramvay ve otobüs oldukça yaygın, tarihi merkezi gezmek için toplu taşım araçlarına ihtiyaç olduğunu düşünmüyorum, tütün ve hediyelik eşya satan işletmelerde toplu taşım araçlarının biletlerini bulmak mümkün, bir saatlik biletler 1.20 euro, günlük bilet ise 4.50 euro’ya satılıyor, biz tarihi merkezi yürüyerek gezdik, sadece Michelangelo Tepesi’ne çıkmak için otobüs kullandık bunun içinde saatlik bilet yeterli oldu.
Medici ailesi tarafından kurulmuş, İtalya’ya uzun yıllar başkentlik yapmış kenti gezmek için (müzeleri ayrı tutuyorum) bir tam günün yeterli olduğunu düşünüyorum.
Medici ailesinin görkemli ve devasa sarayları etkileyici, aile halkın içine karışmamak için kendilerine kent içerisinde bir “Kral Yolu” inşa etmişler. (Kendilerini halktan üstün gördükleri için, ama bu dünya onlara da kalmamış!)
Şehrin açık hava müzesi olarak adlandırılan “Signora Meydanı” mutlaka görülmesi gereken bir alan, (burası aynı zamanda şehrin en büyük ikinci meydanı) “Neptün Çeşmesi” heykel sanatının baş yapıtı sayılan “Davut” heykelinin bir kopyası da bu meydanda sergileniyor. Davut heykelinin hemen yanı başında bulunan “Vecchio Sarayı” şehrin en etkileyici yapılarından birisi. (Saray 14.yy da inşa edilmiş 16.yy da büyük bir restorasyon geçirerek günümüzdeki görünümüne kavuşmuş). Bu arada Davut heykelinin orjinali “Accademia” müzesinde sergileniyor.
(Şehrin her yanı, her meydanı sanat “Neptün Çeşmesi”)
Accademia ve Uffizi müzeleri bir tam günde gezilemeyecek kadar büyük ve bir kaç saatte incelenemeyecek kadar çok eserle doluymuş (bizim bir günümüz olduğundan maalesef bu müzelere girme imkanımız olmadı).
(Arkada solda ki heykel Michelangelo’nun Davut heykelinin bir kopyası)
Signora Meydanın’dan kalabalığı takip ederek bir kaç dakika içerisinde “Ponte Vecchio” köprüsüne varıyorsunuz. Köprü ilginç bir mimariye sahip, günümüzde kuyumcuların olduğu dükkanlar da, daha önce kasaplar bulunuyormuş, size tavsiyem köprünün diğer tarafına geçtikten sonra nehir kenarından bir kaç dakika yürüyerek uzaktan köprüyü seyretmeniz ve resimlemeniz. Ponte Vecchio ikinci dünya savaşından arda kalan tek köprüymüş, farklı ve sevimli mimarisiyle iyi ki savaşta hasar görmemiş.
(Floransa denilince akla gelen ilk şey, Ponte Vecchio köprüsü)
Duomo meydanının bulunduğu tarafdan nehrin karşı kıyısına geçtikten sonra direkt olarak yürüdüğünüzde 5 dakika içerisinde “Palazzo Pıttı”ye varıyorsunuz, bu meydanda devasa bir saray bulunuyor, Pıttı sarayı Medici ailesinin eski sarayı imiş.
(Duomo meydanında vaftizhanenin kapıları –kapılar cennetin kapısı adıyla biliniyor, orjinalleri müzede tabii)
Piazza della Republica şehrin en gözde cafelerinin bulunduğu bir meydan, bu meydana yakın sokaklarda gösterişli ve lüks mağazalar dikkatinizi çekecektir. Floransa deri işçiliği ile ünlü bir kent, fiyatlar ise orta halli turistler için oldukça yüksek. (Biz sadece baktık!)
Sante Croce Bazikilası şehrin önemli yapılarından bir diğeri, içerisinde Galileo, Michelangelo, Dante gibi önemli şahsiyetlerin anıt mezarları bulunuyor. (Görmeye değer)
Ben daha önce adını duymamıştım, Floransa “negroni” kokteylinin ana vatanıymış, bu kokteyl Campari, Cin ve Vermut karıştırılarak hazırlanıyor, tadı fena değil, oraya kadar gitmişken denemeye değer.
(İtalya’ya özgü Limon likörü satan dükkanlardan birinin vitrini)
12 ve 13 no’lu otobüsleri kullanarak “Piazza Michelangelo” tepesine çıkılabiliyor, bunu mutlaka yapın otobüs ile 10-15 dakika kadar sürüyor. Piazza Michelangelo’dan Arno nehrinin, Ponte Vecchio köprüsünün ve Katedralin muhteşem manzarasının tadını çıkarın. Floransa için neden “ortaçağdan günümüze ışınlanmış kent” denildiğini bu tepeden şehri seyrettiğinizde daha iyi anlayacaksınız. Burada yiyecek ve içecek satılan büfeler bulunuyor, tur ile gelen kafileler 5-10 dakika içerisinde fotoğraf çektirip araçlarına koşarken, siz özgür seyahat etmenin tadına varıyorsunuz. Nasıl mı, büfeden soğuk bir bira alıp, duvarın üzerine oturuyorsunuz, kenti seyrederken, biranızı yudumluyorsunuz ve kendilerini beğenmiş (küstah) Medici ailesine böyle güzel bir kent inşa ettikleri ve sanata bu kadar değer verdikleri için teşekkür ediyorsunuz.
(Piazza Michelangelo meydanına çıktığınız da, harika bir manzara ile karşılaşıyorsunuz.)
Bu şehir için kullanılan klişe bir söz var “açık hava müzesi” diye, gerçekten de öyle, her yanı tarih ve sanat ile iç içe olan Floransa mutlaka görülmesi ve en az iki gün ayrılması gereken bir kent. (Bir gün müzeler, bir gün de kentin meydanlarını, sokaklarını doyasıya gezebilmek için)
Floransa’da Yapılması Gerekenler;
- Duomo Meydanı, Katedral, Vaftizhane ve Çan Kulesi görülmeli.
- Signora Meydanı (bence bu kentin en güzel ve gösterişli yeri burası, Neptün çeşmesinin karşısında bulunan cafelerden birine oturup, Vecchio Sarayı’nı önündeki heykelleri çeşmeyi seyredip birşeyler için).
- Ponte Vecchio Köprüsü.
- Uffizi Galerisi (İtalya’nın en önemli müzesi sayılıyor).
- Accademia Müzesi (Michelangelo’nun ve heykel sanatının başyapıtı sayılan “Davut” heykelinin orjinali bu müzede bulunuyor.
- Piazza Michelangelo tepesi. (Muhteşem Floransa manzarası için kesinlikle çıkılmalı)
- Piazza della Republica (kentin en gözde cafelerinin ve bir “Zafer Takı”nın bulunduğu alan)
- Mercato Nuovo (Piazza della Rebuplica meydanına yakın) burada bulunan bronz domuz heykelinin ağzına para koyup, aşağıda bulunan deliğe düşürmeye çalışan turistler ilginizi çekecektir. (Bir tane deli, yüz tane akıllı hikayesinin Floransa versiyonu).
- Pıtti Sarayı (Palazzo Pıtti) Medici ailesine ait eski saray, dış taş cephesiyle oldukça gösterişli.
- Negroni için.