FRANSA (Batı) – İSPANYA (Kuzey); Bordeaux- Hendaye- Biarritz- San Emillion - San Sebastian- Hondarrabia.

“Şarabı sevmemiz üzüme düşkünlüğümüzden değildi. Biz ezilenden yanaydık.”

Üç yıl önce Kuzey İspanya’ya gidip seyahatimizi Fransa sınırındaki Hondarrabia kasabasında sonlandırmıştık.

Hondarrabia’dan karşı kıyıya Fransa’ya bakıp bir sonraki seyahatimizde Fransa’nın Güney Batısını (Bask) bölgesini gezme kararı verdik.

“Tanrıları güldürmek istiyorsanız, ona projelerinizden bahsedin.” Covid dünyayı kasıp kavurdu, bizim seyahat planımız da hayal oldu. Tabii ki!!! Covid’e yakalanıp tek yön gidiş şeklinde başka bir seyahate de çıkabilirdik diyerek halimize şükredelim ve üç yıl sonra gerçekleşen seyahate dönelim.

Gazeteci Fatih Altaylı (yıllardır düzenli olarak okurum, zaman zaman delirdiği, hatta biraz deli olduğu için de severim) bu yıl uzun bir tatile çıkıyorum deyip, ardından da Biarritz’den paylaşımlar yapınca, kendisine bizim de bu bölgeyi gezme planımızın olduğunu dile getirdiğim bir e-mail attım, Fatih ağabey pandemi öncesinde her yıl bir ayı bu bölgede geçirdiğini ve görmemiz gereken yerleri sıraladığı bir cevap gönderdi. (Sağ olsun)

Ve artık gitmek kaçınılmazdı, Hazırla hanım valizi dedim, “senin elin armut mu topluyor” cevabı ile karşılaştım.

Batı Fransa İçin Nasıl Bir Program Yapılmalı?

Yukarıda bahsettiğim gibi, birkaç yıl önce Kuzey İspanya’yı Santander, Bilbao, San Sebastian ve Hondarrabia’yı gezmiş ve yeme-içme konusunda San Sebastian’a hayran olmuştuk. Madem bu bölgeye gidiyoruz en azından bir günlüğüne San Sebastian’a tekrar gitmeliyiz dedik.

Ve bu karar doğrultusunda, İspanya sınırında nerede kalabiliriz diye araştırma yapmaya başladık.

Sonuç; Seyahat programını şu şekilde netleştirdik, sezonun bitip konaklama ücretlerinin kısmen düştüğü Ekim ayı ortasında (çünkü deniz ile işimiz yok) üç gün İspanya sınırında Hendaye kasabasında konaklama iki gün de Bordeaux’ya 40 kilometre uzaklıkta Saint Emillion köyünde konaklamalı 5 gece 6 günlük bir seyahat.

Neden Hendaye; Hondarrabia’ya ya İspanya’ya 6 km, San Sebastian’a 40 km, Fransa’nın Adriyatik kıyısındaki güzel şehri Biarritz’e 30 km mesafede olması yeterli sebepti.

İlk başta 6 kişilik bir gurubumuz vardı, bir arkadaşımız işi nedeniyle katılamayacağını bildirince 5 kişi yola düştük.

(Bu seyahatin kadrosu, Ben, Nurşen, Zeynep, Soner ve Barış)

Bordeaux hava limanı şehir merkezi transferi; Havalimanından şehre otobüs ile tramvay ile ulaşılabiliyor.  Biz dağınık, iki ülkeyi 5-6 şehri (kasabayı) kapsayan bir program yaptığımız için araç kiraladık. (Europcar firmasından Jeep marka Hybrid bir aracı günlüğü 80 Euro’ya. Bu arada; Fransa’da araç kiralama bedellerinin İspanya’ya göre daha pahalı olduğunu fark ettik).

Bordeaux Araç Kiralama; Araç için beş günlüğüne 400 Euro, yakıt için de 100 Euro verdik. 5’e bölündüğünde 700-800 kilometrelik seyahat ve beş şehir için kişi başı 100 euro transfer-ulaşım ücreti ortaya çıktı. Bundan iyisi Şam’da kayısı! (Not; Fransa’nın neredeyse bütününde otoyollar paralı, şehir merkezindeki otoparklarda, orta halli bir turistin canını sıkacak kadar pahalı, bu yüzden şehir merkezine uzak mesafede evlerde, kendi özel park yeri olan evler tutmak, otoparka vereceğiniz paranın otomatik olarak şaraba (yani keyfe) yönelmesine yol açacak, bu da sizi ekstra rahatlatacak.

Türkiye’den Bordeaux’ya yolculuk; Ben bu seyahatimin biletini yaklaşık 11 ay önce kullanım süresi bitecek olan millerim ile sadece vergi ödeyerek satın aldığım için, bilete vergi hariç para ödemedim. İki şehir arasındaki uçak yolculuğu yaklaşık 4 saat sürüyor. Kalabalık ve eğlenceli gurubumuz ile sohbet ederek, şakalaşarak, biraz müzik biraz şarap ile 4 saatin nasıl geçtiğini anlamadan Bordeaux’ya indik. Bordeaux havalimanı ilk başta bizde şaşkınlık uyandırdı, son derece küçük ve sakin terminal binasından birkaç dakika içerisinde çıktık. (Bordeaux 250 bin nüfuslu küçük bir şehir aslında) Aracımızı teslim aldık ve İspanya sınırındaki Hendaye’ye doğru yola koyulduk.

HENDAYE;

Fransa’nın en güney-batısında İspanya sınırında yer alan, gözde sahil-turizm beldesi. Atlantik kıyısında harika bir kumsal, dalgası rüzgarı bol bir deniz ve sörf yapan maceraperest tutkulu ziyaretçi kitlesi.

(Hendaye’de kaldığımız evin balkon manzarası, karşı kıyı İspanya)

Ankara-İstanbul-Bordouex uçak, ardından 230 km otomobil yolculuğunun ardından akşam 21.00 civarında Hendaye’ye vardık. Yorgunduk evin yanı başındaki Kiosk’tan yiyecek bir şeyler aldık ve günü sona erdirdik (Yorgunluğumuzu hafifleten şey ise evin harika manzarası ve güzel konumu oldu).

Hendaye, San Sebastian havalimanın yanı başında, Fransa-İspanya sınırının sıfır noktasında harika bir tatil ve balıkçı kasabası, sörf tutkunlarının gözdesi, uzun geniş kumsalı, dalgalı denizinin yanında, yarım adanın diğer tarafında, yüzlerce yelkenlinin demir attığı korunaklı bir limana da sahip.

Uçaklar hemen tepenizden iniyorlar, akşam 21.30 ile sabah 08.00 saatleri arasında insanları rahatsız etmemek için havalimanını uçak iniş-kalkışına kapatıyorlar. (geceleri gürültü olasılığı-tehlikesi endişe yaratmasın)

Hendaye’yi gideceğimiz görmek istediğimiz diğer şehirlerin kasabaların kavşak noktasında olduğu için tercih etmiştik. Adını bile bilmiyorduk, başka hiçbir sebebi yoktu. Ama bu kasaba ziyaretçilerine harika bir tatil vaat ediyor.

(Hendaye Yat Limanı)

Hendaye doğası, sessizliği, temizliği ve muhteşem manzarası ile bize kendisini sevdirdi.

İkinci gün sabah marketten (Hendaye’de lazım olan her şeyin tamamını bulabileceğiniz büyük bir market bulunuyor LİDL) ihtiyaçlarımızı alarak önce güzel bir kahvaltı ardından da bolca keyif yaptık.

Kahvaltıdan sonra; Sloganı “Yenilsin, İçilsin” olan tatil başlasın dedik.

Hendaye’ye gidilir mi? Şüphesiz,

Hendaye’de tatil yapılır mı? Kesinlikle!.

Peki Hendaye’de Ne Yapılır;

Hendaye’ye yapacağınız 5-6 günlük bir tatilde, sörf, deniz, plaj beklentinizin tamamı fazlasıyla karşılanacak. Bunun yanı sıra 6 kilometre uzaklıktaki harika İspanyol kasabası Hondarrabia, 30-35 km uzaklıktaki muhteşem San Sebastian, kalkanıyla ünlü Getaria, 200 km yolculuğu göze alırsanız Bilbao ziyaret edebileceğiniz diğer yakın (İspanya) şehirleri. Konum harika kendisi de…

HONDARRABİA;

Yaklaşık üç yıl önce Kuzey İspanya’yı gezdiğimiz tatilimizde o seyahatin son noktası Hondarrabia idi.

İspanya’nın sınır kasabası, geleneksel Bask mimarisine rastlayacağınız renkli-ahşap balkonlu evleri, kalesi, iyi korunmuş tarihi merkezi, kaliteli-lezzetli restaurantları, canlı-hareketli kafeleri ile bu coğrafyayı geziyorsanız mutlaka uğramanız gereken bir kasaba.

Hondarrabia ile ilgili Kuzey İspanya başlığı altında daha geniş bir yazı yazmıştım, (meraklısı göz atabilir) tekrara düşmemek için aynı şeyleri bir kez daha yazmak istemiyorum.

Hendaye’den konakladığımız evden çıktıktan on beş dakika sonra Hondarrabia’daydık, sınırda İspanya tarafından gelenleri kontrol eden Fransız polislerine rastladık, ama biz İspanya yönüne giderken, akşam San Sebastian’dan geri Fransa’ya dönerken herhangi bir uygulama-kontrol ile karşılaşmadık.

(Hondarrabia Kalesine-Katedraline çıkılan bir sokak)

 

Bu seyahatimizde yol arkadaşlığı yaptığımız Zeynep ile Soner de Hondarrabia’yı mutlaka görmeli diye uğradık. Ama ikinci kez gitmekten mutlu olduk, hiç pişman olmadık, geçirdiğimiz süreyi zaman kaybı olarak adlandırmadık. Kalabalık eğlenceli ve hareketliydi.

Ve Hondarrabia’da küçük bir tur attıktan, biraz oturup soluklandıktan birkaç kare fotoğraf çektikten sonra San Sebastian için yola koyulduk.

SAN SEBASTİAN;

Eşim ile birlikte son on beş yıl içerisinde bazen yalnızca ikimiz, bazen de dostlarımızla birlikte, yurt dışında yüzden fazla şehre-kasabaya gittik.

Evde bu seyahatler-şehirler hakkında sohbet edip zihnimizdeki hatıraları-anıları birbirimizle paylaştığımızda ikimizin de tekrar gitmeyi istediği iki şehir olduğunu fark ettik. “Viyana” ve “San Sebastian.”

San Sebastian eğer şartlarınız uygun ise, inanın her yıl gidilebilecek bir şehir.

(Bu fotoğraf çok şey anlatıyor, İnsanlarda yaşama sevinci var, sosyal hayatın içerisinde olma isteği var, Pintox lezzetinin peşini bırakmama inadı var.)

San Sebastian içerisinde iki adet muhteşem plaj bulunuyor, bunlardan birisi sert rüzgar alan sörf tutkunlarının gözdesi olan yeni plaj olarak da adlandırılan Zurrıola Beach. Diğeri ise korunaklı kapalı bir koy olan Beach of La Concha.

San Sebastian plajın, denizin, sörfün dışında artık seyahat severlerin çok önemsediği başka bir şeyi de barındırıyor, bu güzel kent aynı zamanda bir lezzet şehri. Dünya’da en çok Michelin yıldızlı restaurant San Sebastianda bulunuyor. Kuzey İspanya’nın bu Bask şehri işte bu yüzden gastronominin başkenti olarak da biliniyor.

Michelin yıldızı ve gastronomi deyince hemen aklınıza pahalı, rezervasyon gerektiren, sınırlı bütçeye sahip gezginlerin gidemeyeceği işletmeler gelmesin.

Gösterişli Belediye binasının arkasında yer alan, şehrin cafe-restaurant-pintox barlarının bulunduğu sokaklarda her bütçeye hitap eden mekanlar yer alıyor.

İspanya’da Tapas olarak adlandırılan, genellikle bir dilim ekmek üzerinde sunulan küçük mezelere Bask dilinde Pintox deniliyor. Ama bence Pintox’lar geleneksel bilinen tapas’lardan çok farklı.

Pintox aslında birçoğumuzun yapabileceğini düşündüğü, kullanılan malzemelerin bir kısmının evimizde bulunduğu minik lezzetler gibi görünüyor. Ama böyle değil! (Evde denedik öyle olmuyor).

Deniz Plaj ve bizim beceremediğimiz ama seyretmekten keyif aldığımız sörf dünyada birçok yerde yapılabilecek etkinlikler, ama Pintox lezzetlerini bu şekli ile bu lezzetiyle San Sebastian dışında başka bir yer de bulabileceğinizi düşünmüyorum.

Şehir ziyaret ettiğimiz dönemde San Sebastian film festivaline ev sahipliği yapıyordu, dolayısı ile daha da bir hareketli idi. Plajlar kalabalıktı, elinde sörf tahtası ile çıplak ayakla şehrin sokaklarında dolaşan üstü başı kum içerisinde yüzlerce gence rastladık. Saçları-başları dağınık, şehrin sokaklarında hızlı hızlı oteline-evine giden bu genç insanlara önce güldük, ama ardından imrendik.

Aracımızı merkezin biraz uzağındaki yer altı otoparkına çekerek, yürüyerek önce Zurriola plajına vardık, burada birkaç dakika sörf tutkunlarının maceralarına tanıklık ettik. (San Sebastian’da 5-6 saatlik bir süre için otoparka 10-15 euro civarında bir bedel ödeyeceksiniz, merkezin dışına doğru çıktıkça otopark fiyatı düşüyor.)

Adını San Sebastian şehrinden alan ülkemizde de bilinen ve sevilerek tüketilen San Sebastian Cake’i şehirde en iyi yapan işletmenin La Vina Restaurant olduğunu biliyorduk. (İnternetten öğrenmiştik).

Konumunu öğrenmek için cep telefonumuza baktığımızda işletmenin 16.00-18.00 saatleri arasında kapalı olduğu bilgisine rastladık.

Kapanmak üzere olduğunu fark edip hızlandık ve 15.40’da La Vina Restaurant’ın önüne vardık.

La Vina Bar’ın San Sebastian Cake’i; Bu işletme gerçekten yoğun ilgi görüyor, bu küçük mekanda ayak üstü tatlılarımızı yedik, (oturacak yer yoktu)  birer kahve (şarap) içtik, bu arada saat 16.00 olduğunda işletmenin kepenklerini yarıya kadar indirdiğini ve yeni müşteri kabul etmediğini görerek şaşırdık, çünkü içeriye girmeye çalışan insanları kabul etmiyorlardı. Bu bizde pek rastlanılan bir durum olmasa gerek, (dışarı müşteri dolu ama adam kepenkleri indiriyor) buradaki işletme sahipleri “derlenip toparlanmalıyım, çalışanlarım biraz soluklanmalı” diye düşünüyor galiba. Bunlar; “Daha çok para” düşüncesine hiç uygun işler değil.

La Vina’nın San Sebastian Cake’i için ne düşünüyorsun diyorsanız eğer başarılı diyorum Fiyat; 4,50 Euro (Hiçbir şey fıstıklı bir baklavayı tutmaz:) .

(San Sebastian Cake, iyi soğutulmuş bir beyaz ile hiçte fena olmuyor.)

La Vina’dan çıktıktan sonra (zaten kepenkleri yarıya kadar indirerek müşterileri bir manada dışarıya davet ettiler) bu bölgedeki birçok işletmenin bu saat diliminde öğle sonrası molası (siesta) verdiğine tanık olduk.

Beach of La Concha; Birkaç kilometrelik bir kumsal korunaklı bir koy, ziyaret ettiğimiz gün oldukça kalabalıktı. Güneşlenen denize giren binlerce insana rastladık.

La Concha Plajının iki ucunda iki büyük tepe bulunuyor. (Burada da tekrara düşmemek için meraklısına Kuzey İspanya notlarını tavsiye ediyorum).

La Concha Plajının tam orta yerine inşa edilen koyun (plajın) tamamına hakim noktada yer alan, Concha Cafe-Restaurant’da bir şişe Txakoli içtik (asitli keskin sert bir beyaz şarap, yüksekten mantarındaki özel bölümden köpürtülerek kadehe dolduruluyor) hava sıcaktı ve guruptaki bazı arkadaşlarımız yürüyüşe çok meraklı değillerdi, daha önceki ziyaretimizde La Concha’nın diğer ucunda yer alan Haizearen orrazia’yı görmüştük. (Bence oraya kadar yürüyüş yapılarak okyanus kenarındaki bu eserler görülmeli, üşenilmemeli, tembellik yapılmamalı.)

Concha cafe’de uzun bir süre oturarak soluklandık ve sohbet ettik. Ardından akşam yemeği için Pintox lezzetinin peşine düştük.

San Sebastian’da Hangi Pintox Barlara Gidilmeli;

Bu konuda aldığım notlar bulunuyordu. Sizlerle de paylaşayım. Gandarias Pintox’larıyla meşhur 12.45-19.45 arası gidilmeli,

Bar Nestor (bu işletmenin domates salatası çok lezzetli(imiş).

Zeruko ise Txepetza ve Bar Nestor ile aynı sokakta tercih edilen bir mekan.

Notlarımda yer alan bir iki mekan da birkaç Pintox yedik. Farklı farklı mekanlarda az az yemek arzusundaydık. Bu sırada; Ganbara adlı işletmenin önündeki kuyruğu gördük ve içerisinin de tıklım-tıklım olduğuna şahit olduk.

Gandara’da ki Pintox’ların muhteşem lezzeti gurubumuzdaki beş kişiyi de fazlasıyla memnun etti. Mekana kabul edilebilmek için, 15-20 dakika sıra beklediğimize fazlasıyla değdi. (Bu arada; Pintox sadece ekmek üzerinde sunulmuyor, küçük tabaklar ile sunulan mezelere de Pintox diyorlar)

(Kuyruktayız, Metinde bahsettiğim Ganbara; Pintox’ları tek kelime ile “çok iyiydi”.)

San Sebastian’da bir Pintox bar arıyorum diyorsanız, sıra beklemeyi, kalabalığı göze alın ama bu mekanı mutlaka ziyaret edin diyorum.

San Sebastian’da Ne Yapılır;

  • Sınırlı bütçesi olan turist için bile harika lezzetler bulabileceğiniz Pintox barlar tek tek ziyaret edilir. (Fiyatları 1-1,50 Euro dan başlıyor)
  • Harika şaraplar içilir. (Kadehi genellikle 3.00-4.00 Euro)
  • Urgull tepesine tırmanarak San Sebastian tepeden bir seyredilir.
  • La Vina ziyaret edilerek San Sebastian Cake yenildi denilir.
  • Harika lezzetler sunan Gandara bara gidilerek değişik Pintox’lar tüketilir.
  • Ayrıca; La Concha boydan boya yürüyerek gezilmeli, iki ucundaki iki tepeye tırmanılmalı (üşenilmemeli).
  • Haizearen orrazia (Peine del Viento) görülmeli. Gösterişli bir sanat eseri.
  • Old Town olarak adlandırılan bölgenin her sokağı dolaşılmalı, kalabalık mekanlara girip-girip çıkılmalı.
  • Adisyona bakmam lezzet peşinde koşuyorum diyenler! Michelin yıldızlı birçok işletmeye rezervasyon yaptırabilirsiniz.
  • San Sebastian’a çok yakın Getaria ziyaret edilebilir, (Bu balıkçı kasabası Kalkanı ve Moda Müzesi ile meşhur). İlk seyahatimizde gitmiştik, gitmeye değer!

 

San Sebastian’a veda vakti; Gandara’da bir-iki saat oturarak (daha doğrusu bir bistronun başında kimimiz oturdu, kimimiz ayakta kaldı) değişik lezzetler tattık, farklı şaraplar içtik, ardından, otoparktaki aracımızı alarak (Otoparka 5-6 saat için 11 euro ödedik) ve 45 dakikalık yolculuğun ardından farklı bir ülkede “Fransa Hendaye”de bulunan evimize geri döndük.

San Sebastian ve Hondarrabia bu seyahatin bonusuydu, daha önce gördüğümüz yerlerdi ama yukarıda da söylediğim gibi ikinci bir ziyareti fazlasıyla hak ediyorlardı. Biz de elimizden geldiğince hakkını vermeye çalıştık.

BİARRİTZ;

Atlantik kıyısında İspanya sınırına 18 kilometre mesafede yer alan Fransa’nın zarif sayfiye kenti.

Köpüklü bir deniz, altın sarısı bir kumsal, sert rüzgar ve dalga bekleyen, sörf tutkunu insanlar, görkemli duruşu ilginç hikayesi ile Hotel du Plais.

1950’li yıllarda sörfün moda olması ile birlikte yıldızı parlayan Biarritz, bir gün önce gördüğümüz San Sebastian’dan çok farklıydı.

Biarritz’de elinde sörf tahtası üstü başı kum içerisinde, topuğu erimiş parmak arası terlikle gezen insanlara rastlayamazsınız.

Topuklu ayakkabılarıyla dolaşan hoş kadınlar, şık giyinmiş erkekler, kaliteli pastaneler, düzenli temiz sokaklar, deniz ürünleri sunan restaurantlar, Fransız modacılarının ürünlerini satan lüks butikler.

“Harika!” Bence bu cümle Biarritz için hiçte abartılı değil.

Arabamızı önce bir yer altı otoparkına bıraktık, hava kapalı idi ve yaklaşık iki-üç saat içerisinde yağmur yağacağını biliyorduk.

Hotel du Palais; Bu otelin içerisinde yer alan restaurant’a “dünyanın en şık restaurantı” deniliyormuş. (bende başkalarının yalancısıyım.)

Günümüzde otel olarak hizmet veren yapı 1854 yılında inşa edilmiş. Sarayı üçüncü Napolyon İspanyol asıllı eşi meşhur imparatoriçe Eugenie için yaptırmış. Vay vay vay! (Anasına babasına rahat gidip-gelsin diye herhalde).

Otomobili park ettikten sonra (araç kiralamanın tek kötü yanı bu, şehirlerde başınıza dert oluyor) Sahile inerek Hotel du Palais’i gören bir noktadan birkaç kare fotoğraf çektik ve sahil boyunca yürümeye başladık.

Sahile ince demir bir köprü ile bağlı Rocher de la Vierge’ye vardığımızda bir heykel ile karşılaştık. Bu kayalık yüksek konumu nedeniyle size harika bir Biarritz manzarası sunuyor.

Biarritz denizin hemen yanı başındaki yüksek kayalıkların üzerine kurulmuş bir şehir, sahil boyunca inişli-çıkışlı uzun bir yürüyüş yolu bulunuyor, bizde bu yolu takip ederek yaklaşık iki kilometre kadar yürüdük. (ve yukarıda bahsettiğim kayalığa vardık)

Yorulduğumuz için denizi ve şehri seyredebildiğimiz bir kafeteryaya oturarak bir şişe şarap içtik. (Fiyat manzara ile orantılıydı).

Ardından tekrar yorulana kadar Biarritz sokaklarını aşındırdık, tekrar oturup birer kadeh şarap içtik (ve beklenen yağmur yağmaya başladı).

Aracımızı otoparktan alarak İspanya sınırının ters istikametinde yaklaşık yirmi kilometre boyunca hafif hafif yağan yağmur altında çevreyi seyrettik.

Fransa’nın bu sayfiye şehrinde gösterişli villaların özenle düzenlenmiş bahçelerine bakıp araç ile ağır ağır ilerledik, (hafif hafif yağan yağmur altında başka bir şey yapılamazdı) bir saatlik bu gezintinin ardından otomobilin navigasyonunu son kez Hendaye’ye ayarladık.

Biarritz’de Ne Yapılır;

Geniş plajında uzanılır, dalgalı köpüklü denizinde sörf yapılır, harika restaurantlarda deniz ürünleri tüketilir, okyanus esintisi ile yürünür, lüks butiklerinde alışveriş yapılır, çiçekli renkli espadril satan mağazalardan ayakkabı alınır, vanilya kokulu pastanelerde kahve içilir güzel güzel vakit geçirilir.

Sonuç; Evet Biarritz’e kesinlikle gidilir.

Dönüş yolunda yağmur şiddetini arttırdı, evde malzemelerimiz vardı, Soner (bu seyahatteki yol arkadaşımız) bize güzel bir akşam yemeği hazırladı, becerikli yol arkadaşı seyahati keyifli hale getirir!

Bu seyahat boyunca üç gün Hendaye’de çok güzel vakit geçirdik. Airbnb üzerinden kiraladığımız güzel konumlu konforlu bir evde kaldık, iki akşam yemeğini ve kahvaltılarımızı evde yaptık.

Sabah şiddetli yağmur, karanlık bir gökyüzü ile güne uyandık. Akşamdan valizlerimizi toparlamıştık, ama yağmur o kadar şiddetliydi ki, evin önünde park halinde duran otomobilimize valizleri yerleştirebilmek için yarım saat kadar balkonda bekledik. Yağmuru ve tepemizden iniş-kalkış yapan uçakları seyrettik. (bu da güzeldi hiçte kötü değildi)

Bu arada Nurşen (eşim) her zaman ki gibi hava durumundan Bordeaux’yu kontrol etti. Hendaye’nin bir hafta boyunca yağışlı olduğunu söylediğinde tanrıya şükrettik, çünkü seyahatin bu ayağı sona ermişti.

Hendaye-Bordeaux arası yolculuk yaklaşık 200 kilometreydi. Bu iki şehir birbirine otoban ile bağlı ve her 50-60 kilometrede 3.90 Euro otoban ücreti ödüyorsunuz. (Ne kötü bir uygulama)

Bordeaux’ya yaklaştıkça gökyüzünün açılmaya başladığını gördük, şanslı günümüzdeydik. Yol boyunca devam eden şiddetli bir yağmurun ardından Bordeaux vardık, Place de la Victoire meydanında bulunan yer altı otoparkına aracımızı park ettik. (meydanı bir dikilitaş süslüyor)

Saint Emilion’a gitmeden önce Bordeaux şehir merkezini gezmek için birkaç saat zamanımız vardı.

BORDEAUX;

Bordo’da 3-4 saat içerisinde ne yapılır?

Navigasyon bizi Bordeaux üniversitesinin hemen yanı başında bulunan Placa de la Victorie meydanına getirdi. Üniversite nedeniyle bölgede yoğun öğrenci kalabalığı ile karşılaştık.

Bu yazıyı yazdığım şu an da gezdiğimiz gördüğümüz yerleri düşününce harika bir noktadan başlangıç yaptığımızı fark ediyorum. (Bu biraz tesadüf oldu)

Placa de la Victorie meydanı, trafiğe kapalı Rue Sainte Catherine caddesinin de başlangıç noktası (bir ucu).

Rue Sainte Catherine; 1,5 km uzunluğunda, Avrupa’nın en uzun alışveriş caddesi olduğu söyleniyor. Cadde boyunca daha çok Konfeksiyon, Ayakkabı ve Kozmetik ürünleri satılan mağazalar var, oldukça kalabalık hareketli ve canlı.

(Bordeaux’nun meşhur “canelesi” )

Rue Sainte Catherine caddesinin diğer ucunda ise Place de la Comedie meydanı bulunuyor. Şehrin simge yapılarından olan Grand Theatre (Büyük Tiyatro binası) da bu meydanda bulunuyor.

Grand Theatre; Yapı şehrin en seçkin binası olarak adlandırılıyor. Neoklasik tarzda inşa edilmiş. Binanın yapımına 1773 yılında başlanmış ve inşası 7 yıl sürmüş.

Tiyatro binasının önündeki meydanın (Comedie Meydanı) köşesinde bronz bir heykel göreceksiniz, modern mimarinin bu sempatik eserini seveceksiniz.

Tiyatro binasının önünden dümdüz devam ettiğinizde beş dakika içerisinde Monument aux Girondins’e ulaşacaksınız.

Monument aux Girondins ve Place des Quinconces;

Fransız devriminin simgesi olan 43 metre uzunluğundaki sütun 20 metre yüksekliğindeki özgürlük anıtını taşıyor. Gösterişli bir anıt olduğunu söyleyebilirim.

Bordeaux’da bir turistin görmek isteyeceği her yer 1-2 saatlik yürüyüş mesafesi içerisinde yer alıyor.

Monument aux Girondins’de birkaç fotoğraf çektirdikten sonra nehre doğru yürüdük. 10 dakikalık bir yürüyüşün ardından Borsa binasının, Su aynasının ve Pont de Pierre köprüsünün bulunduğu alana vardık.

Place de la Bourse;

Yarım daire şeklinde Garonne Nehri kenarına inşa edilmiş bir yapı, Meydan 1720 yılında kurulmuş. Binanın tam orta yerinde gösterişli bir heykel bulunuyor. Şehrin simge yapılarından.

The Water Mirror;

Su aynası olarak bilinen Garonne nehri kıyısında Borsa binasının önünde yer alan havuz.

Avrupa’nın en büyük yansıtma havuzu olarak biliniyor, gösterişli, belli aralıklarla sistem çalışıyor, fıskiyeler su püskürtmeye başladığında küçük çocuklar ve küçük kalabilenler için o koca meydan bir anda oyun alanına dönüşüyor.

(Sırtınızı Garonne nehrine döndüğünüzde Borsa binasının havuza yansıyan görüntüsü harika fotoğraflar çekmenize olanak sağlıyor.)

Pont de Pierre;

Türkçe Taş Köprü anlamına gelen Pont de Pierre’in yapım emri Napolyon döneminde verilse de köprü ancak 1819 – 1822 yılları arasında inşa edilebilmiş. Bu tarihi köprü (Pont de Pierre) 1965 yılına kadar şehrin tek köprüsüymüş.

17 Ark’tan (bacaktan-kemerden) oluşuyor, bu 17 Ark, Napoleon Bonaparte ismindeki 17 harfi temsil ediyor(muş).

Yukarıda bahsettiğim alanları, meydanları, binaları, sokakları ve anıtları gördükten sonra, Borsa binasının arkasında bulunan şehrin tarihi bölgesini gelişi güzel gezmeye başladık. Bu bölge sokak-sokak gezilmeli düşüncesindeyim, canlı hareketli ve kalabalıktı.

Tesadüfen (aslında notlarımda bulunan) La Grosse Cloche (Büyük Çan’ı da) bu sokakları gezerken gördük ve birkaç kare fotoğraf çektik.

(La Grosse Cloche Büyük Çan)

Geriye bir tek La Cite du Vin adlı şarap müzesinin kaldığını fark ettik, Navigasyondan kontrol ettiğimizde aracımızın olduğu otopark ile müzenin birbirine ters istikamette olduğunu görerek, Saint Emillion’a’ gitmeden önce Modern Mimari ile inşa edilen ve bir şarap kavına benzeyen bu yapının önünde birkaç fotoğraf çektirmek için araç ile önüne gitmeye karar verdik.

La Cite du Vin okuduğum bütün bloglarda çok ilginç olmayan bir müze olarak anlatılıyordu. Sadece fotoğraf çektirme fikri ise binanın önüne gittiğimizde yakın bir alana araç park edecek yer olmaması nedeniyle suya düştü.

3-4 saatte ancak bu kadarı yapılabilirdi böylece Bordeaux turumuz sona erdi.

Bordeaux ile ilgili Ne Denilebilir; 250 bin nüfuslu, hareketli canlı, tarihi bir şehir. Bordeaux aslında bir tam günü fazlasıyla hak ediyor. Özellikle tarihi bölge içerisinde yer alan taş ile inşa edilmiş yapıları, Arnavut kaldırımları şık işletmeleri ile beklentileri fazlasıyla karşılayacak güzellikte. Ama bir de şu var, biz artık (yaşımız ilerlediğinden mi bilmiyorum) sessiz, kalabalıktan uzak sakin küçük yerleşim yerlerini (köyleri-kasabaları) seviyoruz. Öyleyse bunu fazlasıyla bulacağımızı düşündüğümüz bu seyahatin son durağı Saint Emillion’a.

SAİNT EMİLLİON;

Bol tarih, az insan, çok şarap.

Bordeaux civarında 7000 evet şaşırmayın, tam 7000 adet şarap şatosu bulunuyor(muş).

Şato deyince aklınıza hemen çizgi filmlerdeki büyük yapılar gelmesin, önünde 10-20-50 dönüm şarap bağı bulunan şık köy evlerini de Şato olarak adlandırıyorlar.

Bu şarap üreticilerinin birçoğu kendi markasını yaratmış durumdalar.

Bordeaux civarında onlarca şarap bölgesi bulunuyor. Saint Emillion bunların en bilineni, en turistik olanı ve en çok ziyaret edileni.

Pomerol şarap bölgesi de Saint Emillion’a sınır ve birkaç kilometre uzaklıkta. Meşhur Petrus şarapları da Pomerol bağlarında üretiliyor.

Saint Emillion Bordeaux’ya 40 kilometre uzaklıkta tren ile gidilebilen bir köy (kasaba).

(Saint Emillion’da gezilebileceğiniz şarap mahzenleri de bulunuyor.)

Bordeaux’da merkezin dışında, şarap bağlarının yanı başında, huzurlu sessiz bir yerde şarap tadımına gitmeyi, bisiklete binmeyi, kitap okumayı, yürüyüş yapmayı, kuş sesi dinlemeyi hayal ediyorsanız. Saint Emillion Tam isabet.

Sicilya ve Hırvatistan’da şarap bağlarından satın aldığımız bir şişe şarabı hemen o şarap şatosunun (üretim tesisinin) bahçesinde içme fırsatımız olmuştu. Maalesef Bordeaux’da bu şansımız olmadı.

(Şık Şarap butikleri her türlü talebe karşılık verecek çeşitliliğe sahip)

Saint Emillion’da Şarap Tadımı; Bu iş bu bölgede tamamen profesyonelce yapılıyor, (benim lügatımda profesyonellik demek turistin fazla parasının alınması manasına geliyor) öyle bir şarap bağına üreticisine çat kapı gidemiyorsunuz, önce randevu alıyorsunuz, kişi başı en az 18-25 Euro arasında bir bedel ödüyorsunuz ve bunun karşılığında 2-3 şarap test ediyorsunuz.

Arkadaşımız Barış bizim ısrarımız üzerine iki-üç şarap üreticisini aradı, (bunların isimlerini ev sahibimizden aldık) üreticilerden bir tanesi birkaç saat sonrasına randevu verebileceğini, ücretin 18 Euro olduğunu ve iki adet şarabı test edeceğimizi söyleyince, bu etkinliğin bizim için gereksiz olduğu kanaatine vardık. Beş kişi için 90 Euro ödeyecektik ve bu bedel Bordeaux’da göreceli olarak neredeyse 20 şişe şarap satın almanıza yetecek bir miktar.

Nereden mi biliyorum; Saint Emillion’a gelirken şehre 10 km mesafede yer alan büyük bir AVM’de ki Carrefour’a uğrayarak iki gün boyunca ihtiyacımız olan her şeyi almıştık)

Saint Emillion’da Konaklama; Tıpkı Hendaye’de üç gün konakladığımız ev gibi, Saint Emillion’da kalacağımız iki gün içinde Airbnb üzerinden ev kiraladık. Üç yatak odası bulunan, tarihi merkeze (Saint Emillion köyüne) yürüyüş mesafesindeki evimiz son derece konforluydu, evin dört bir tarafı üzüm bağları ile çevriliydi, aslında bu coğrafyada yüzlerce kilometre boyunca her yer üzüm bağı, ne kadar büyük bir endüstri, katma değeri ne kadar yüksek bir ürün ve ekonomiye ne büyük bir katkı.

Zaten şarabın bu coğrafyaya bu bölgede yaşayan insanların, üreticinin, köylünün yaşam standardına yaptığı katkıyı hemen fark ediyorsunuz.

(Ev kiralamak çok konforlu derken bundan bahsediyorum)

Saint Emillion’da Ne Yapılır; Örneğin Bordeaux’ya gittiniz ve boş bir gününüz var, kesinlikle Saint Emillion’a gidebilirsiniz. Burası bir ortaçağ köyü tamamen turistik olarak düzenlenmiş, köyün bütün sokaklarını dolaşarak, şarap butiklerini ziyaret edebilir, köyün hemen girişinde yer alan şarap mahzenini gezebilir, meydanda yer alan kafeterya-restaurantta bir şeyler içip-yiyebilir soluklanabilirsiniz. Sevdiklerinize her bütçeye uygun güzel şaraplar satın alabilirsiniz.

Eğer çok yer görmek istiyorum, ben bir gezginim diyorsanız, Saint Emillion’a tek bir gün yeterli, çünkü daha fazlası daha fazla huzur daha fazla dinlenme dışında başka bir şey vaat etmiyor. (Tabii şarap tadımı yapmak istiyorum diyorsanız bu işin sunumunun yapıldığı onlarca üreticiyi bu bölgede bulabilirsiniz, bu da Saint Emillion’da geçireceğiniz gün veya günleri daha keyifli bir hale getirebilir.

İlk gün akşamüzeri vardığımız Saint Emillion’da mangal keyfi yaptık, (Soner’in ellerine sağlık) ikinci gün kahvaltının ardından önce köyü ardından da araç ile çevreyi gezerek eve döndük, akşam yemeği ve ertesi sabah yaptığımız kahvaltının ardından Bordeaux Havalimanına doğru yola çıktık ve bu seyahatimizi de sona erdirdik.

GEZİ SONA ERİYOR;

Bu ev kiralama işine iyice ısındık. Konforuna alıştık, otelde konaklama fikrinden iyice uzaklaştık.

Peki bu seyahatten neler öğrendik; İspanya Bask bölgesine göre, Fransa Bask bölgesinde sadece yaşayanların (halkın) değil, turist kitlesinin de yaşam-kültür seviyesinin daha yukarıda olduğunu gördük.

Fransa-Şarap eşleşmesinin bir tesadüf olmadığını bu işin (tercihin) bu ülkede bu bölgede çok büyük bir endüstri olduğunu, bunun sadece bölge ekonomisine değil, ülkeye de çok büyük katkı sunduğunu gözlemledik.

Evde düzgün bir şeyler hazırlayıp lezzetli bir masa kurmanın, marketten alınan güzel şaraplarla sohbetin “anı” biriktirmeye katkı yaptığını “damağa” lezzet kattığını anladık.

Araç kiralamanın özellikle 3 ve daha fazla kişi ile yapılan seyahatlerde, şehirlerarası transferde hem konfor hem de tasarruf sağladığını gördük.

Ben, Nurşen, Barış, Soner ve Zeynep iyi bir ekip oluşturduk, anlayışlı olgun insanlarla ile gezmenin tek başına gezmekten çoğu zaman daha neşeli olduğu sonucuna vardık.

(Bu keyifli seyahatin son fotoğrafı, Saint Emillion’da konakladığımız evin bahçesinde çektirdiğimiz bu keyif karesi olsun.)

SON SÖZ; Pandemi nedeniyle 3 yıl ertelemenin ardından Bordeaux’ya gittik, gitmişken, tekrar San Sebastian’ı Hondarrabia’yı ikinci kez ziyaret ettik. Hendaye diye küçük harika bir yerde üç gece konakladık, Biarritz’in kalitesine imrendik, Bordeaux’un taş yapılarına-tarihine-neşesine-hareketliliğine tanıklık ettik, Ve Orta çağ köyü Saint Emillion da “az insan çok şarap” ile seyahatimizi sona erdirdik.

Öyleyse; Allah sağlık ve gezecek kadar da para versin, yeni yerlere gidelim, yeni yerler görelim…

Gezi Tarihi; 21/26-10.2022

Loading