2003 Yılında ilk yurt dışı seyahatimi Prag’a yapmıştım, daha sonra bir çok ülkeyi, şehri görme fırsatım oldu. 2003 yılındaki bu ilk seyahatimin ardından bütün yurt dışı tatillerim de eşim Nurşen ile birlikteydik, Nurşen ve oğlum Batuhan olmadan yurt dışında gördüğüm tek şehir olan Prag’a ailecek bir kaç günlük bir seyahat yapmaya karar verdik.
Uçak biletlerini Miles&Miles programında biriken miller ile THY’den, otel rezervasyonunu da tatil.com dan yapıp vize işlemleri için Çek Büyükelçiliğinin yolunu tuttum, elçiliğe (artık tecrübeli olmam nedeniyle) evraklarımı eksiksiz hazırlayarak vardığımda, dokuz yıl içerisinde değişen hiç bir şeyin olmadığını gördüm. Vize başvurusu nedeniyle eksik, belki de sahte evrak ile orada bulunan yurttaşlarımı (bir kısmı Avrupa’da bulunan akrabalarının yanına gidip orada çalışmak arzusundaydılar) ve insanımıza sert kaba davranan görevliyi, kişiler değişmiş ama üslup ve yaşananlar aynı kalmıştı !
05 Ekim 2012 – 09 Ekim 2012 tarihleri arasında 4 gece 5 günlük bir tatil programı yapmıştık, baştan şunu söylemeliyim sadece Prag için 2 tam gün fazlasıyla yeterli bir zaman, biz bu yüzden Karlovy Vary şehrini de programa dahil etmeye karar verdik. (Bu arada bilginiz olsun; Ekim Prag için güzel, fakat bir parça serin bir ay.)
İstanbul – Prag arası uçak ile 3 saat kadar sürüyor, keyifli bir yolculuğun ardından Prag’a indik, havalimanı modern sessiz bir terminal binasına sahip.
Prag Havalimanı adını Vaclav Havel’den alıyor. Vaclav Havel oyun yazarı olan, siyasi faaliyetleri nedeniyle 4 yıl hapis yatan, kadife devriminin öncüsü, 1990 yılındaki ilk serbest seçimlerde Cumhurbaşkanı seçilen, 1992 yılında Slovakya ile Çek Cumhuriyetinin dostane şekilde bölünmesi konusunda ülkesini referanduma götüren, 2003 yılında kaybettiği seçime kadar ülkeyi 10 yıl boyunca yöneten ve 2011 yılında vefat eden kişi.
Elçilikte rastladığım ve yukarıda bahsettiğim nahoş uygulamalar daha uçaktan inip terminal binasına adım atmadan Prag’da da aynen devam ediyordu, üç adet polis, pasaport ve vizenizi terminal binasına adımınızı atmadan daha uçağın körüğünün başında kontrol ediyordu, tıpkı 9 yıl önce olduğu gibi, Çek Polisi “grup ile mi geldiniz” diyerek sordu, aile olduğumuzu söylememizin ardından ise sadece benim pasaportuma bakarak buyur etti! (Daha sonraları bu uygulamanın sebebinin pasaportunu kontrol öncesinde imha edip, siyasi sığınma talebinde bulunan yolcular için uyguladıklarını öğrendim, vize veya pasaportunda sorun olan yolcuyu körükten çıkmadan tekrar hemen uçağa gönderiyorlarmışL
(Neyse güzelliklerden bahsedelim diyorum, kaleden Prag)
Havalimanı şehir arası yarım saatlik bir yolculuk, taksi ücreti yaklaşık 40 euro civarında tutuyor, otobüs ile şehir merkezine ulaşma imkanı da var, ücret kişi başı 4.50 euro otobüs sizi metro ve tramvay duraklarının olduğu merkezi bir noktaya kadar götürüyor, biz havalimanından otele giderken taksi, dönüşte ise tramvay ve otobüs kullandık. (artık bütçenize göre tercih sizin:)
Otel olarak ilk ziyaretimde konakladığım “Orea Hotel Pyramida”adlı oteli tercih ettim, zira turistik merkeze kısmen uzak olmasına rağmen, önünden tramvay geçen, odaları temiz, kahvaltısı yeterli, arzu ederseniz kapalı yüzme havuzu da bulunan dört yıldızlı bir otel, fiyat da son derece uygun, üç kişilik oda için günlük 80 euro toplam 320 civarında bir ücret ödedik.
(Kesinlikle öyle düşündüğünü zannetmiyorum ama Prag için “Hitlerin bombalamaya kıyamadığı şehir deniliyor.)
Otele valizlerimizi bırakıp 21 no’lu tramvay ile 5 dakika içerisinde şehir merkezine vardığımızda, şaşkınlık içerisindeydim, 9 yıl önce gri mutsuz renksiz, hizmet sektörünün gelişmediği şehir olarak adlandırdığım Prag, inanılmaz bir değişim geçirmişti, şehir turizm potansiyelini fark etmiş ve tarihi dokuyu hiç bozmaksızın turistten para kazanmayı öğrenmişti :), para demişken artık bir Avrupa Birliği ülkesi olmasına rağmen Çek Cumhuriyeti hala kendi para birimi olan Kron’u kullanıyor, döviz büfelerinden değişim yaparken dikkatli olmanızı öneririm çünkü birbirinden oldukça farklı kur uyguluyorlar.
(Tyn Kilisesi yüzyıllık kuleleri ve muhteşem aydınlatmasıyla Prag’ın sembollerinden)
Prag’da gezilebilecek tüm yerler yürüyüş mesafesinde, iki tam gün içerisinde şehri keşfetmek mümkün, şehir dört bölgeye ayrılmış, nehrin bir yanında kale, katedral ve cumhurbaşkanlığı sarayı bulunuyor, kaleden nehre doğru yürüdüğünüzde küçük mahalleye varıyorsunuz, tarihi Charles köprüsünü kullanarak nehrin karşı tarafına geçtiğinizde ise solunuzda yahudi mahallesi, sağınızda ise yeni şehir bulunuyor, astrolojik saat ve kent meydanı yeni şehir olarak adlandırılan bölümde yer alıyor.
(Old Town olarak adlandırılan bölgede en yeni yapı bile bir kaç yüzyıllık. – Astrolojik saat meraklı turistler için her saat başında kısa bir gösteri sunuyor, yüzyıllardır.)
(U Flekü 1499 Yılından beri aynı mekanda hizmet veriyor, şehrin en ünlü ve tarihi bira evi ve bira imalathanesi.)
Bu da meşhur Lager birası (koyu, sert, farklı ama lezzetli bir bira)
Ekim ayı olmasına rağmen binlerce turist şehri, kafeleri, restaurantları doldurmuştu, yukarıda da söylediğim gibi olumlu manada Prag inanılmaz bir değişim geçirmişti, değişmeyen güzel şeylerin başında ise, hala biranın sudan ucuz olması geliyordu:), 9 sene de hizmet sektörü gelişmiş tarihi binaların dıştan görünümü korunarak cafe, restaurant ve turistik ürünler satan işletmeler ile dolmuştu. Özet; Bir turistin güzel vakit geçireceği hayatında bir kez mutlaka görülmesi gereken bir şehir olmuştu Prag.
(Tarihin yanı sıra Prag muhteşem bir doğaya da sahip.)
Tecrübeli olmam nedeniyle gezilebilecek yerleri sırasıyla ve seri bir şekilde dolaştık buralar nereler derseniz, söyleyeyim.
- Prag Kalesi; Bu bölge aynı zamanda şehrin en büyük katedralinin ve başkanlık sarayının da içerisinde bulunduğu alan, konakladığım otel bu bölgede olduğundan otelden yürüyerek kale surlarının içerisine girdik, surların içi oldukça bakımlı bir park olarak tasarlanmış, burada demode küçük, fakat şehri yüksekten görmeye yarayan bir kule de var, yürüyerek dar ve dik merdivenleri tırmanmak yorucu olsa da, şehrin neredeyse tamamını çıplak gözle görme imkanı verdiğinden bu kuleye tırmanın derim, kuleye çıkış ücretli bilet fiyatı 5 euro civarında, eğer siz şehir merkezinden buraya gelecekseniz çıkış oldukça yorucu olabilir, yürümek yerine finüküler ile çıkmak daha mantıklı (ücret 1 euro) fakat inerken çok güzel bir parkta yokuş aşağı yürümek keyifli olduğundan yürüyerek inmeyi tavsiye ediyorum. Surların içini gezdikten ve kuleye çıkıp indikten sonra bu bölgede yapılacak fazlaca bir şey olmadığından, kalenin hemen sol tarafında bulunan katedrale doğru yol alıyoruz.
- Aziz Vitus Katedrali (Hradcany); Yapımına 1344 yılında başlanan katedral şehrin simge yapılarından biri, katedralin olduğu alan aynı zamanda başkanlık sarayına da ev sahipliği yapıyor, katedrale giriş ücretli ücret 5 euro civarında, katedralin arkasına doğru dolandığınızda yol sizi nehre kadar götürüyor aşağı doğru yol alırken ilk olarak Altın Yol olarak adlandırılan ve geçmişte nöbetçi ve görevlilerin konakladığı basit ama ilginç evleri ardından oyuncak müzesini göreceksiniz bu alandan da (yüksekte bulunduğunuzdan) şehir konuklarına oldukça gösterişli bir manzara sunuyor, nehir seviyesine indiğinizde hemen sağa doğru yönelin bu yol sizi Wallenstein Sarayı’na götürecek.
- Wallenstein Sarayı ve Bahçesi; Saray oldukça geniş bir bahçeye ve bu bahçenin içerisindeki onlarca heykele sahip, saraya giriş 10 euro civarında, biz içine girmedik, fakat küçük mahallede bulunan bu sarayın geniş ve gösterişli bahçesini, bahçedeki heykellerini görün derim, bahçeye giriş ücretsiz. Peyzaj açısından çok güzel tasarlanmış bir yer. Şimdi istikamet Charles köprüsü
- Charles Köprüsü; Prag’a gitmeden önce bir kaç fotoğrafa göz attıysanız eğer, bunlardan ilki Charles köprüsüdür. Köprü nehir üzerinde bulunan onlarca köprünün en eski olanı, trafiğe kapalı, sağında ve solunda din adamlarının ve kralların heykelleri var (ve bir Osmanlı paşasının da), köprünün iki ucunda kule bulunuyor, bu kuleler ise köprüye masalsı bir hava katıyor, çok yoğun turist kalabalığı arasında birkaç resim çektirdikten sonra nehrin karşı tarafına doğru yürüdüğünüzde Yeni Mahalle’ye doğru yol alıyorsunuz. Yeni Mahalle denilen alandaki binaların bazılarının 600 yıllık olduğunu hatırlatmak isterim.
- Astrolojik Saat; Üst paragrafta Prag’a ait ilk fotoğraf Charles köprüsüdür demiştim, ikincisi de bu Astrolojik Saat’tir herhalde, Tarihi köprüyü kullanarak nehri geçtikten sonra, Yeni Mahalle olarak adlandırılan ve turist kalabalığının sizi getireceği bu alan şehrin en kalabalık ve geniş meydanı, Astrolojik Saat’in ilginç bir hikayesi var, masal mı, gerçek mi bilmiyorum ama yapan ustanın bir benzerini daha yapamasın diye gözlerinin kör edildiğini okumuştum. Her saat başında çalmaya başlayan ve saatin sağında ve solunda bulunan iki kapağın açılması ile ortaya çıkan küçük kuklalar insanın ilgisini çekmiyor değil, kuklalardan birinin bir Osmanlı paşası olduğunu hatırlatayım. Bu saati görmeye en az iki kez gidin derim, ilkin de saati, ikincisin de saati seyretmeye gelen insanları seyredin, emin olun ikincisi de en az ilki kadar ilginç ve eğlenceli olacak. Bu alandaki cafelerden birinde oturup meşhur Çek biralarından birini denemeyi de ihmal etmemek gerek. Bu arada ilk ziyaretim de olmayan ikincisin de turistlerin ilgisini çekebileceği düşünülerek, tarihi kostümü ile Astrolojik Saatin kulesinin tepesinde bulunan asker, Astrolojik saatin her saat başındaki seramonisi bittiğinde elindeki borazan ile hoş bir gösteri yapıyor ve ardından Çek Bayrağı sallıyordu, ardından da büyük bir alkış kopuyordu. (Daha önce de dedim, turizmi keşfetmişler, turist nelerden hoşlanıyor öğrenmişler.)
- Yahudi Mahallesi; Burası astrolojik saatin hemen arkasındaki alanda, tarihi bir sinagog’un ve mezarlığın bulunduğu küçük bir alan, tarihi demek ne kadar doğru bilmiyorum çünkü Prag’ın neredey de tamamında bu doku hakim.
- Ulusal Müze; Müze Vaclav Meydanı’nın bir ucuna hakim, içeriye giriş paralı ücret 10 euro civarında fotoğraf çekmek isterseniz bunun için de ayrıca para ödüyorsunuz ve boynunuza fotoğraf çekme izninizin olduğunu belirten bir kart asıyorsunuz. İçeride ilginç tarihi objeler mevcut, ilgilenenler için! görülmesi gereken bir yer denilebilir.
- Dans Eden Bina; Prag gibi masalsı ve tarihi bir şehir de yapılan modern mimariye sahip bir binanın bu kadar ilginç olması tesadüf değil, bu bina sanki bir ucuna bağlanmış lastik bir iple çekiştiriliyormuş izlenimi uyandırıyor insanda, ikinci dünya savaşında şehre yanlışlıkla düşen tek bomba bu binanın bulunduğu alana atılmış, görünce iyi ki atılmış diyorsunuz (tabii bu işin şakası) ve ortaya böylesine ilginç bir yapı çıkmış, binanın içerisinde bir de cafe mevcut.
(Dans Eden Bina, neredeyse tarihi merkez içerisinde modern mimariye sahip tek bina)
- Çek Birası İçmek; Bol Bol bira için, makalenin başında da söylediğim gibi bu şehirde marketlerde su 1.5 euro bira ise 0.50 cent ile 1.00 euro civarında, cafelerde ise 1.00 ila 1.50 euro civarında. Yüzlerce yıllık ünlü çek biralarının onlarca çeşidi mevcut ama en ünlüleri (Pilsner Urguell, Staropramen, Kosovice, Kozel) tamamını denedim diyebilirim.
- Çek Birası İçmek; Evet ikinci kez ama farklı bir başlık altında aktarmak istediğim bir şey var; Adı U Flekü olan bira evi, resmi kayıtlara göre 1459 yılından beri bira imal edilen bu mekan şehrin en tanınmış birahanesi. Bizim o tarihte yoğurdu sulandırarak ayran yapmayı icat edemediğimizi düşünüyorum :). Prag birahanelerinin ilk örneği olan bu mekanın sahipleri bira yapmayı sadece para kazanmak için değil, aynı zamanda bir sanat olarak gören şahsiyetlermiş :). Şehirdeki fabrikaların en küçüğü olan bugünkü mekanda sadece burada satılan özel bir tür sert, siyah bira üretiliyor, aynı zamanda küçük bir müze ve hediyelik ürünler alabileceğiniz standlar da mevcut, fiyatlar biraz normalin üzerinde, ama yine de bizim cafe ve birahanelerimizle karşılaştırıldığında düşük diyebilirim. Adres; Kremencova 11 (Metro ile giderseniz; Narodni trida durağı, tramvay ile giderseniz Karlovo namesti 6,9,17,18,22 nolu tramvaylar bu duraktan geçiyor, tramvay durağından indikten sonra nehre doğru yokuş aşağıya yürüdüğünüzde birkaç yüz metre mesafede bulunuyor. Afiyet Olsun:)
- Nehir kenarında Opera binasının karşısında bir cafe bulunuyor, günün belli saatlerinde piyano ile canlı müzik de yapılan bu mekan, bir dönem Nazım Hikmet’e ve şiirlerine ev sahipliği yapmış, artık pastanızı yer kahvenizi mi yudumlarsınız, yoksa soğuk bir bira mı yuvarlarsınız bilmem, ama büyük ustayı anmak için buraya bir uğrayın, Nazım Hikmet demişken, bir kış akşamı belki de yapacak hiç bir şey olmadığından internet de gezinirken bir sayfa açılı verdi karşıma, şöyle yazıyordu “Kötü olan birisi cebinde Nazım Hikmet taşır mı hiç”.
Yaşam hakkında ne diyordu büyük şairimiz “İnsan öleceğini bile bile nasıl yaşar? Ya çıldırır ya da öleceğini unutur”, ölümü unutmayalım ki yaşamın hakkını hakkıyla verebilelim ve noktayı Nazım Hikmet ile bitirelim.
“Ne kadar seviyorsun dersen,
O kadar işte…
Tavanı kadar sokağın ve dibi kadar cehennemin.
(Bu bira Nazım Hikmet’in anısına, yuvarlandı.)
Karlovy Vary;
Karlovy Vary’e nasıl gidilir?
Prag’a kendi başınıza gitseniz de, bir tur firması ile beraber gitseniz de bu şehri mutlaka görün derim. Tur firmaları genellikle kişi başı 50 euro ek ücret ile buraya günü birlik geziler düzenliyorlar, buna hiç gerek olmadığını düşünüyorum (eğer paranız fazla değilse), Karlovy Vary’e gitmenin ucuz ve pratik yolu şu; Prag şehir içi metro hattını kullanarak Florenc metro istasyonuna gidin, dışarıya çıktığınızda Autobusove Nadrazi Florenc (Prag otobüs terminali) sizi karşılayacak, terminal deyince öyle büyük bir yer zannetmeyin, içeride birkaç ofis, bir tane de kafeterya bulunan küçük bir bina burası, neyse konuyu dağıtmayalım, terminal binası içerisinde Student Agency ve Orangeways otobüs firmalarının bilet satış ofisleri bulunuyor, biz burada kötü bir sürpriz ile karşılaştık Orangeways firmasında hiç bilet yoktu, Student Agency de ise gidiş için bilet mevcut ama dönüş bileti yoktu!!!, allahtan Prag’da bir günümüz daha vardı, biz de ertesi gün sabah 09.00 Prag’dan 16.00 da Karlovy Vary’den hareket edecek otobüsler için gidiş-dönüş biletlerimizi alıp (üç kişi 50 euro’ya), Prag birahanelerinin yolunu tuttuk.
Prag-Karlovy Vary arası yaklaşık iki saatlik bir yolculuk, seyahatin ilk bir saatlik kısmı oldukça sıkıcı (bizim Konya ovası gibi) çorak düz bir araziyi seyrederek geçiyor, fakat Karlovy Vary’e yaklaştıkça, muhteşem orman ve nehir manzarası, şirin köyler sizi karşılıyor, şehrin girişinde otobüs sizi indiriyor, Tepla nehri kıyısına sıralanmış lüks ve tarihi oteller, sıcak su kaplıcaları fazlasıyla ilginizi çekecektir.
(Şehrin içinden akan Tepla nehri ve kıyısına sıralanmış tarihi, bakımlı temiz yapılar Karlovy Vary’i sevmenize yetecek.)
(İşte o yapılardan bir tanesi:) )
Karlovy Vary ile ilgili bildiklerimi aktarayım; Burası zengin şahsiyetlerin, varlıklı ailelerin terapi arınma ve kaplıca kenti olarak tanınıyor, denize yüzlerce kilometre uzakta olmasına rağmen yelkencilik ve denizcilik ile ilgili ürünlerin satıldığı mağazalar bulunuyor, Çek Cumhuriyetinin ünlü likörü Becherovka’nın ana vatanı, bu likör naneli-tarçınlı keskin tadı ile doktorlar tarafından reçeteye yazılan bir içkiymiş, sadece orada denemeyin Türkiye’ye gelirken sevdiklerinize hediye olarak da getirin, neredeyse her cl’de üretiliyor.
Mustafa Kemal Atatürk’de böbreklerindeki rahatsızlık nedeniyle Karlovy Vary’de bir süre tedavi görmüş.
Kaplıcaların her biri ayrı ayrı numaralandırılmış, elinde fincanları, üstlerin de bornozları ile sokaklarda dolaşan insanlara rastlayacaksınız, bu insanlar elindeki listeye uygun olarak sırasıyla sıcak su akan bu çeşmelerden doldurdukları suyu yudumluyor ve sakin sakin yürüyüş yapıyorlar. 15 metre yükseğe püsküren sıcak su havuzu ilginizi çekecek diye düşünüyorum.
(Üst satırda bahsettiğim 15 metre yüksekliğe fışkıran şehirdeki en büyük su kaynağı)
Karlovy Vary son derece nezih, sakin, yemyeşil her yanı çiçekler ile bezenmiş bir kent, 55 bin nüfusu olan şirin bir kasaba aslında burası.
Dünyanın en ünlü kristal üreticisi olan Moser Cam Fabrikası da Karlovy Vary sınırları içerisinde bulunuyor, Moser’in küçük bir mağazasını kenti gezerken göreceksiniz, mağazanın vitrininde İngiltere Kralı, Hollanda Prensesi gibi basından yüzlerine aşina olduğunuz insanların resimleri bulunuyor, vitrindeki bu resimler çeşitli balolarda çekilmiş, Kral ve Kraliçenin ellerinde Moser kadehler bulunuyor, resmin altındaki yazı da ise “Kralların bardağı, Bardağın Kralı yazıyor!”
Moser’in mağazasında son derece ilginç ve gösterişli ürünler satılıyor, fiyatları ise oldukça pahalı, anı olsun diyerek küçücük bir objeyi almaya kalktığınızda bile 50-60 euro’yu gözden çıkarmanız gerekiyor.
(Karlovy Vary’de bakımsız tek bir binaya, sokağa rastlayamayacaksınız.)
Karlovy Vary’de meşhur olan bir diğer şey ise “Kağıt Helva” hemen oracıkta yapıp satıyorlar.
Şarhoş Çek askeri olarak bildiğiniz Şvayk’ın adını taşıyan bir cafe’de yine Tepla nehri kıyısında meraklı ziyaretçilerini ağırlıyor.
(Kaide ye uyduk ve bizde Şvayk ile bir fotoğraf çektirdik.)
Eğer Karlovy Vary kaplıcaları ilginizi çekmiyorsa, bu güzel kenti bir iki saat içerisinde tüketeceksiniz, ondan sonra ne yapalım diyorsanız eğer size önerim, Grandhotel Pupp’un arka tarafından hareket eden finüküler ile Diana gözetleme kulesine çıkabilirsiniz (Rozhledna Diana), eğer hava bulutlu değilse muhteşem bir manzara ile karşılaşacaksınız, dönüşte yürüyerek inmeye kalkmayın çünkü yokuş aşağı olan bu yürüyüş yaklaşık 17 kilometre sürüyormuş!!!
Karlovy Vary’de şehrin yamacına inşa edilmiş bir Rus Ortadoks kilisesi bulunuyor, ilginizi çekecektir, bu kilisenin olduğu yokuşu takip ettiğinizde oldukça büyük bir parkla karşılaşıyorsunuz, bu parkta Karl Marx’ın bir heykeli bulunuyor.
Şvayk’in, Moser Kristallerinin, Kağıt Helvanın, Becherovka likörünün, Sağlık dağıtan kaplıcaların kenti Karlovy Vary bir kaç saatliğine de olsa ziyaret ettiğinize sizi pişman etmeyecek bir kent.
Karlovy Vary’den Prag şehir merkezine döndüğümüzde yağmur başlamıştı, artık gezecek bir yer olmadığından ve dört gündür ayaklarımıza kara sular indiğinden, Bodrum dönercisinden aldığımız dürümler, ayranlar ve biralar ile otelin yolunu tuttuk, odada camın önüne çektiğimiz masada dürümlerimizi yerken, yağmur yağan Prag’ı, hemen karşımızda ışıklandırılmış haliyle duran katedrali, başkanlık sarayını seyrettik, ertesi gün Türkiye’ye döneceğimizi bilerek, bir seyahati daha sona erdirdik.
İnsanları mesafeli ve soğuk, belki de hiç savaş yaşamadığından tarihi dokusu hiç bozulmadan ayakta kalan, yoğun turist ilgisi nedeniyle kalabalık, son derece ekonomik, sevdiğiniz kadın (ya da erkek) yanınızdaysa bir hayli romantik bir tatil vadediyor Çek Cumhuriyeti’nin başkenti Prag.
(Bir daha gelirmiyiz bilmiyorum, Elveda Prag)